GİTMİŞ AMA BİTMEMİŞ AŞK

Gidiyorum, bütün aşklar yüreğimde.
Gidiyorum, kokun hala üzerimde..
Sana, korkular bıraktım;
Bir de “yeni başlangıçlar”..
Bir kendim, bir de ben gidiyorum..
Sezen Aksu

O gün, sabah saatin dokuzbuçuğuydu.. Kadınla erkek bir koridorda karşılaştılar. Kadının üzerinde patlıcan moru, kolları uzun, vücuda oturan dizde bir elbise vardı. Bacak bacak üstüne atmış, cep telefonuyla konuşuyordu. Bir ağır ceza davasını bekliyordu. Ama duruşma bir türlü başlamıyordu. Kadın sıkılmıştı. Fakat beklemek, onun işinin bir parçasıydı; çaresiz bekleyecekti. Oysa bilmiyordu ki, yıllardır beklediği erkek o koridordaydı. Fakat kadın, hiç farkında değildi..

Erkeğin üzerinde cübbe vardı. Avukat cübbesi. Koridorun bir başına-bir sonuna volta atıyordu. Kadının gözleri, mecburen erkeğe kaydı. Kadın sadece şunu düşündü:
”Ne sinir bir adam! Galiba Rizeli..”

Kadın neden Rizelilere sinir olduğunu bilmiyordu. Belki de bir Rizelinin yaptığı ‘yamuk’ onu, tüm Rizelilere karşı önyargılı yapmıştı. Ve kadın, sonra yeniden kendi dünyasına daldı.

Kafasını kaldırdığında, erkeği, yanına oturmuş ve kendine “Siz hangi duruşmayı bekliyorsunuz?” diye sorarken buldu.
“Üçüncü sırayı bekliyorum” dedi kadın. “Öyle mi?” diye cevap verdi erkek,”Ben de!”

Meğerse, her ikisi de, aynı davada sanık olarak yargılanan iki gaspçının duruşmasını beklemiyorlar mıydı? Ama birbirlerini ilk kez, o gün görüyorlardı.

Kadın, erkekle hiç ilgilenmemişti. Ama, nedense yan gözle bakarak, erkeğin yaşını tahmin etmeye çalıştı. “Herhalde 55-60 arası var” diye düşündü. Çünkü erkek bakımsızdı. Yorgun görüyordu. Ama bu yorgunluk, uzun bir günün sonunda hissedilen ve gece uyumakla geçen bir yorgunluk değildi. Erkeğin yüzünde yılların yorgunluğu, gözlerinde ise hüzün vardı. Kadın bunu derhal anladı.

Fakat yine de ilgilenmedi..

Erkek, sohbeti ilerletmek ister gibi oradan-buradan konular açıyordu. Kadın “Bu adam niye benle konuşmak istiyor ki?” diye düşünmedi; çünkü erkeklerin kendisiyle ilgilenmesine alışkındı. Sebebi, herhalde saçları, bacakları, kalın dudakları ve muzip bakan yeşil gözleriydi.

Adam kartvizitini çıkarttı ve kadına verdi. Kartviziti üzerinde, bir kadının da adı vardı. Erkek, açıklama gereğini duydu: “Bu benim rahmetli eşimdi” dedi, “İki sene önce vefat etti”.

Kadın şaşırmadı. Ama etkilendi.. Ölen karısının adını, kartvizitinde taşıyan bir erkek.. “İlginç” diye düşündü, kendi kendine.

İşte ilk o an, erkekle ilgilendi. “Rizeli misiniz?” diye sordu birden erkeğe. “Hayır” dedi adam, “Erzurumluyum”. “Rizeliye benziyorsunuz” diye cevap verdi kadın.

Nedense, adamın Rizeli olmadığına sevinmişti.
İşte o an, erkeğin ölen eşinin, erkeğe, “YENİ BAŞLANGIÇ BIRAKTIĞI” ANDI. Fakat her ikisi de anlamadı..

Erkek, kadını aynı günün akşamında telefonla aradı. “Görüşelim mi?” diye sordu. Kadın, ‘damdan düşer gibi’ gelen bu soruya hem şaşırdı; hem de erkeğin çapkın olma ihtimalini düşündüren bu sorusu, onu irite etti. Fakat karşısında, karısını kaybetmiş bir erkek vardı. Onu kırmak istemedi.

Aslında kadını ilk gören herkes, onu çok katı ve ukala biri sanabilirdi; fakat kadın –inadına- duygusaldı. Belki de duygularını belli etmemek için katı görünüyordu.

Sonunda bir akşam yemeğinde buluştular. Aslında kadının amacı, erkekle bir yemek yiyip; o yemekte de erkeği tavırlarıyla sinir edip –bunu isterse çok iyi başarıyordu-, başından ‘def’ etmekti.
Bu nedenle, bir erkekle ilk kez yemeğe çıkan her kadının yaptığının tam tersini yaptı. Erkeğe hiç ama hiç rol yapmadı. İçinden geldiği gibi davrandı. Ve ne düşündüyse onu söyledi; çünkü erkeğe kendini beğendirmeye çalışmıyordu. Erkek ise, kadının çocuksu (belki de anormal) hareketlerine karşı, hiç renk vermiyordu. Hep sakin ve yumuşaktı. Kadına, hayatından, çocuklarından ve yalnızlığından söz etti. Kadın, erkeğin kendisine asılmak için bunlardan söz ettiğini düşünmek isterken, birden vazgeçti. Neden vazgeçtiğini bilemedi. Ama, o andan itibaren kadın, garip bir şekilde, erkeğe doğru itildiğini hissetti.

Erkek, aslında bitmemiş bir aşkın kahramanıydı. Ölmüş karısını severken kaybetmek ne demekse, onu yaşamıştı.. Sevdiğinden, aşkından istemeden ayrılmıştı. Kadına bunu anlattı.
Ölmüş eşiyle nasıl tanıştıklarını, neler yaşadıklarını, eşinin nasıl hastalandığını, ondan sonra neler olduğunu, neler hissettiğini, eşini hala çok sevdiğini, onu özlediğini, eşinin ne kadar mükemmel bir insan olduğunu, erkeği bir kez bile üzmediğini, kadına tek-tek anlattı.
Kadın sadece dinledi. “Bana bunları anlatma ne olur” diyemedi. Hep dinledi. Erkeğin, ölmüş eşinden bahsederken “eşim” demesi, içini ‘cızz’ ettirmesine rağmen, erkeğe duygularını hiç belli etmedi.
Kadın, ne de olsa bir kadındı; ama erkeği dinlerken kadınlığını bir tarafa bıraktı; erkeğin sadece arkadaşı, sırdaşı oldu. Belki de, erkeğin şimdiye dek kimseyle paylaşmadığı duygularını dinledi. Ve onu anladı.

Sonra kadın, BİTMEMİŞ BİR AŞKIN KAHRAMANI bu erkekle beraber oldu. Ama erkeğin, ölmüş o kadına hala aşık olduğunu ve gerçek aşkın hiçbir zaman yok olmayacağını; aşık bir erkeğin, aşka bu kadar alışkınken, yeniden aşkı arayacağını; aşkın, insanın içinde olduğunu ve yeniden üreyeceğini; bu kadar duygusal ve ölmüş bir insana karşı bile bu kadar vefalı bir erkeğin, asla kötü olamayacağını bilerek erkeğin duygularına cevap verdi.

Ölmüş mükemmel bir kadınla, ömür boyu kıyaslanma riskini göze alarak, onun kocasıyla beraber olmak çok zordu. Ama kadın hiç korkmadı. Sadece kalbinin ve aklının sesini dinledi.

Ancak, ağaçlar altında, sıcak bir Akdeniz gecesinde, Sezen Aksu’nun “Gidiyorum” şarkısını dinlerken, içinin sızlamasına da engel olamadı.
Erkeğin eli, o an kadının elini tutuyordu; ama kadın biliyordu ki -erkek de kendi gibi- ölmüş mükemmel kadını düşünüyordu ve onun, bu şarkıyı erkeğine söylediğini hissediyordu:
“Gidiyorum, bütün aşklar yüreğimde.
Gidiyorum, kokun hala üzerimde..
Sana, korkular bıraktım;
Bir de “yeni başlangıçlar..
Bir kendim, bir de ben gidiyorum..”

Şarkı bittiğinde kadın, ‘yıllardır beklediği’ erkeğin gözlerine baktı. Artık, ‘sadece’ gözleriyle anlaşabiliyorlardı. Gözleriyle, onu ölene dek seveceğine, sayacağına ve hiçbir zaman üzmeyeceğine dair söz verdi; çünkü erkek, ona, ölmüş mükemmel kadının bir emaneti ve armağanıydı. Artık ikisinin de korkmasına gerek yoktu..

AV. MUKADDES GÜNSU AKÇAGÖZ