YÜKSELİRKEN ALÇALIYOR MUYUZ
GAZETE HABERİ:
“Kartal’da çöken binanın enkazı kaldırıldı. 21 kişi yaşamını yitirdi, 14 yaralı var. İstanbul Valisi Ali Yerlikaya İstanbul Kartal’da çöken Yeşilyurt Apartmanı’nın enkaz kaldırma çalışmalarının sona erdiğini, enkazda 21 kişinin cansız bedenine ulaştıklarını, 14 kişinin ise yaralı olarak kurtarıldığını açıkladı. “
…….
Apartmanlar yükselir, komşuluk zayıflar. Ve yalnızlık, insanı çaresizliğe sürükler. Çaresizlik ise ölüme..
……
Biliyorsunuz, Ocak 2019’da Kartal’da bir apartman çöktü durup dururken. Deprem falan da olmamıştı oysa. 8 katlı apartman yerle bir oldu birden. Ve belki de birbirini tanımayan, görse selam bile vermeyen 21 insan, birbirinin üstüne yığıldılar, maalesef aynı mezara girdiler. O en güzel şeylerini yaşadıkları binanın kalıntıları, onların mezarı oldu.
Bu yıkımdan kısa zaman önce, dairenin birinde üstüste 2 kez patlayan cam, bu binada bir şeylerin yolunda gitmediğinin göstergesi iken; zayıflayan komşuluk nedeniyle, kimse olan biteni konuşmamıştı bile.
Çöplerini kapılarının önüne çıkarırken, birden bire açılan karşı komşunun kapısını duymazdan ve bakışını görmezden gelen, bir selamı almaktan bile gocunan komşuluk, kendine bu apartmanı mezar seçmeden çok önce ölmüştü belki de..
Çocukların o doğuştan gelen insan sevgisini, ‘aile’ denen kurumda eritip –ülkemizde yayılmış kıskançlık hastalığı nedeniyle- düşmanlık tohumlarına dönüştüren ilişkiler yumağı, bir yünün birbiri içine girip bir daha çözülemeyecek bir düğüm haline gelmesi gibi, öldürdü ülkemizde komşuluğu.
Artık sadece maddelerle ilgiliyiz. İşimiz-gücümüz, parayla elde edilen ‘şey’ler ve de bedenimiz..
Örneğin, velev ki otoparktaki yerimize komşumuz park etmiş olsun, sanki saldırmak veya cinayet işlemek için elimize bir neden geçmiş gibi, kendimizi komşumuzun kapısına atmayı ne kadar da iyi öğrenmişiz?
Veya incecik olma uğruna spor salonlarından çıkartmadığımız bedenimizi güzelleştirmeyi bu kadar kafamıza takarken, ne kendimizin ne de başkasının ruhu ile ilgilenmememiz ne derece doğru?
Birbirimizi sevmek değil ama, anlamak/hoş görmek/farkında olmak bu kadar mı zor?
Kendimizi bir ‘site’nin yurttaşı olmaya adamak, en önemli yaşam gayemiz haline gelirken; o birlikte yaşamak için can attığımız komşularımızla ne kadar da uzak bir ilişki kurduğumuzu hiç düşünüyor muyuz acaba?
Bu görmezden gelme, bu hoş görememezlik, bu vurdum-duymazlık nerden geldi yapıştı yakamıza?
Kendimizi ölümsüz zannedip, hayatımızı, bizden en az 100-200 sene daha fazla yaşayacak evlere-eşyalara gömmemiz ve benliğimizin bu ‘hiç’ler uğruna kaybolup gidişini farkedemeyişimiz ne kadar doğru?
Adına ‘insan’ denen bu ‘biz’, ne zaman dönüştük bu ‘mahlukat’a?…
Avukat Sosyolog MUKADDES GÜNSU AKÇAGÖZ