Kararlar

VAKIFLARLA İLGİLİ ÖNEMLİ BİR YARGITAY KARARI

T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2017/3104
KARAR NO : 2018/13177

T Ü R K    M İ L L E T İ    A D I N A  Y A R G I T A Y    İ L A M I

İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : Bergama 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 16/06/2016
NUMARASI : 2011/133-2016/412
DAVACI : ….’ın mirasçıları …. vs.

VEKİLİ: Av. Mukaddes Günsu AKÇAGÖZ

DAVALI : Ayvalık Vakıf Zeytinlikleri İşletme Müdürlüğü vs.
İLGİLİ VAKIF : Mazbut Ağazade İbrahim Ağa Vakfı
DAVA TÜRÜ : Alacak

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün duruşma istemli olarak davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, duruşma isteğinin masraf yokluğundan reddine karar verilerek, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR
Mazbut Ağazade İbrahim Ağa Vakfı’nın galle fazlasına müstehik evlat ….. vekili Av. Akçagöz tarafında açılan davada, vakfa ait taşınır ve taşınmaz malların vakfedenin iradesine ve Vakıflar Kanunu’na göre elde edilmesi gereken bütün galle fazlasının, müspet ve menfi zararların kanuni faizi ile tahsili istenmiş; mahkemece, dava açılırken Ağazade İbrahim Ağa Vakfı adına kayıtlı taşınmazların yargılama devam ederken mülkiyetinin Karaosmanzade Hacı Hüseyin Ağa Bin Ömer Ağa Vakfı adına idari bir işlem ile tescil edildiği, davacıların taşınmazların maliki Karaosmanzade Hacı Hüseyin Ağa Bin Ömer Ağa Vakfı’nın galle fazlasına müstehak vakıf evladı olmadıkları gibi bu yönde de bir iddiada da bulunmadıkları, davacıların aktif dava ehliyetini taşımadıkları gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dava, galle fazlasına müstehik evlat kararına istinaden evlat olunan vakfın galle fazlası ile müspet ve menfi zararların tahsili istemine ilişkin olup, vakıf evladı olan davacı …..’ın dava açıldıktan sonra 09.01.2011 tarihinde vefat etmesi üzerine davaya mirasçıları tarafından devam edilmiştir.
Bu aşamada uyuşmazlığın çözümü için taraf sıfatı kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı (dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olmak sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava sıfat yokluğundan reddedilir.

Hemen belirtmek gerekir ki usul kanununda “husumet” olarak ifade edilen bir terim de bulunmamaktadır. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Meselâ, bir alacak davasında davacı olma sıfatı o alacağın alacaklısına aittir. Alacak davası, o alacağın alacaklısından başka bir (üçüncü) kişi tarafından açılırsa, dava, davacı sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 234; Yılmaz, Ejder; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 530).
Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek olan kişi, o hakka uymakla yükümlü (borçlu) olan kişidir (davalı sıfatı). Örneğin bir alacak davasında davalı olma sıfatı o alacağın borçlusuna aittir. Alacak davası, o alacağın borçlusundan başka bir (üçüncü) kişiye karşı açılırsa davalının davalı (borçlu) sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bir subjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (subjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur.
Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse mahkeme, dava konusu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın mesmu olmadığına (dinlenemeyeceğine) ilişkin bir karar olmayıp, gene davanın esasına ilişkin bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır).
Mahkemenin sıfat yokluğunu kendiliğinden (resen) gözetmesi gerekir. Çünkü sıfat yokluğu, bir defi değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itirazdır. Hâkim, kendisine sunulan dava malzemesinden (davalı veya davacının bildirdikleri vakıalardan, yani dava dosyasından) bir itiraz sebebinin varlığını (sıfat yokluğunu) öğrenirse, bunu kendiliğinden (resen) gözetir.
Az yukarıda değinildiği gibi taraf sıfatı, usul hukukuna değil maddî hukuka ilişkin bir sorundur; diğer bütün maddi hukuk sorunlarında olduğu gibi, dava şartı değildir. Taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için (defi değil) bir itirazdır. Diğer bütün itiraz hâllerinde olduğu gibi, sıfat yokluğu da, ancak dava dosyasından anlaşılabildiği ölçüde hâkim tarafından kendiliğinden (resen) gözetilir (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 234- 237).
Dosya içindeki bilgi ve belgelerden eldeki davanın 26.10.2010 tarihinde açıldığı, davacının galle fazlasına müstehak evlat olduğu Ağazade İbrahim Ağa Vakfı adına dava tarihi itibari ile İzmir ili Bergama ilçesi Gaziosman Paşa Mahallesi 733 ada 4, 9 parsel, 734 ada 3 ve 6 persel, 735 ada 5 parsel, 736 ada 1 parsel, 737 ada 1 parsel, 738 ada 1 parsel, 739 ada 1 parsel, 740 ada 1 parsel, Turabey Mahallesi 729 ada 18, 19, 20, 21 ve 22 parseller, Gaziosman Paşa Mahallesi 817 ada 40, 53, 54, 55 ve 56 parseller, 380 ada 29 parsel ile 380 ada 64 parsel sayılı taşınmazların tapuda kayıtlı olduğu, taşınmazların imar uygulaması sonucu oluştuğu, geldi kayıtlarının ise 1 ada 1 parsel sayısı ile kadastro tespiti sonucu Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil edildiği, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 09/02/1990 tarih 689 sayılı yazısı ile gitti parsellerin malik hanelerinin Ağazade İbrahim Hacı Hüseyin Ağa Vakfı adına malik tashihlerinin yapıldığı, daha sonra yapılan incelemede 1 ada 1 parselin kadastro tutanağı ve kadastro önceki geldi kayıtlarından 1 ada 1 parselin malikinin Karaosmanzade Hacı Hüseyin Ağa Bin Ömer Ağa Vakfı olduğunun tespit edildiği gerekçesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin 25/01/2016 tarih ve 21491294-050.01-17/26 sayılı kararı ile taşınmazların Karaosmanzade Hacı Hüseyin Ağa Bin Ömer Ağa Vakfı adına tashihlerine karar verilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Her dava açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirilip hükme bağlanacağından; dava tarihi itibari ile davacının evladı olduğu vakıf adına kayıtlı taşınmazların dava devam ederken başka bir vakıf adına tescil edilmesinin başlangıçta var olan aktif husumet ehliyetine olumsuz manada bir etki göstermeyeceği, galle alacağının vakfın malvarlığının aynına ilişkin olmayıp, taşınır ve taşınmaz malların tasarrufundan dolayı elde edilen gelire ilişkin olduğu, devredilen taşınmazlar dışında da vakfın malvarlığı bulunduğu, eldeki davanın tapu kaydının iptali davası olduğu kabul edilse bile, taşınmazların devir edilmesi halinde 6100 sayılı HMK’nın 125. maddesi gereği davacı tarafa devralana karşı davaya devam etme veya devredene karşı davasını tazminat davası olarak devam ettirme hakkı tanınmışken, davacının dava açma ve hak arama özgürlüğünü elinden alacak şekilde davanın aktif husumet yokluğundan reddi yerine, davacının iddiaları, davalı savunmaları, toplanan veya toplanacak delilere göre işin esasının incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün HUMK’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine,
peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 24.05.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
F. AKÇİN

Üye
A. KELLECİOĞLU

Üye
E. SARICALAR

Üye
İ. ŞİMŞEK

Üye
M. K. ÇETİN

M.E.
Karşılaştırıldı.

ERENKÖY’DEKİ KÖŞKÜN TAPU İPTAL DAVASI – KARAR

TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERMEYE YETKİLİ
T.C.
İstanbul Anadolu 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

                                                                                                                                        GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : …
KARAR NO : …
HAKİM : MUSTAFA GÜLER
KATİP : GÜLSEM KILIÇ
DAVACILAR : ……..
VEKİLİ : Av. MUKADDES GÜNSU AKÇAGÖZ
DAVALILAR : ………
DAVA : TAPU İPTALİ VE TESCİL
DAVA TARİHİ : 02/07/2008
KARAR TARİHİ : 18/06/2015

Mahkememizde görülmekte bulunan Tapu İptali Ve Tescil davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

T A L E P : Davacılar vekili dava dilekçesini duruşmada tekrar ederek; İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, Kozyatağı Mah. Tüccarbaşı ve Merdivenköy Bostancı Yolu Mevkii, 8/741 cilt/sayfa no.lu, 172 pafta, 3123 (eski 620) ada, 72 parsel sayılı, 2889,50 m2 arsa ile içindeki bahçeli ahşap evin bir bölümünün (14296/27648 hisse) Kadıköy 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1992/480 Esas ve 1998/623 Karar sayılı veraset ilamına göre, davalılara kaldığını; davalıların, ekli temlik sözleşmeleri ile kendilerine, miras bırakanları …..’dan miras yolu ile intikal eden bu gayrımenkul üzerindeki miras haklarını, davacı müvekkillerinin murisi ….’a eski M.K. 612/2 (Yeni T.M.K. 677/2) gereğince Düzenleme Şeklinde Miras Hissesinin 3. Kişiye Temliki Sözleşmeleri ile terk ve temlik ettiklerini; davalıların temlik bedellerini tahsil ettiklerini, bu miras hisselerini alan muris …..’ın 22/07/2007 tarihinde vefatı ile davacıların -Kadıköy 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/1330 Esas ve 2007/1219 Karar sayılı veraset ilamı ile- yasal mirasçı olarak geride kaldıklarını ve -taşınmaz üzerindeki iştirak halindeki mülkiyet 14/12/2006 tarihinde müşterek mülkiyete çevrildiğinden- bu tarihten itibaren dava hakları doğduğunu öne sürerek, dosyada mübrez Düzenleme Şeklindeki Miras Hakkının Temliki Sözleşmeleri’nin davacılar adına ve miras hisseleri oranında tapuya tescil edilmesini, davalı temlik edenlerin, hisselerinin bedelini tahsil etmelerine rağmen gayrımenkulün devrini yapmaktan kaçındıklarını, bu nedenle iş bu Ferağa İcbar davasını açtıklarını beyan etmiş, davalıların adına kayıtlı payların iptal edilerek, davacı müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.

C E V A P : Tüm davalılara usulüne uygun tebligat yapılmış ve 46 adet davalının 42 tanesi, davanın esasına itirazlarının olmadığını ve davayı kabul ettiklerini bildirmişler; kalan 4 tanesi de davaya cevap vermemişlerdir.

T A L E P : Davacılar vekili dava dilekçesinde İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, Kozyatağı Mah. Tüccarbaşı ve Merdivenköy Mevkii, 2889,50 m2 arsa ile içindeki bahçeli ahşap evin bir bölümünün (768/27648 hisse), Kadıköy 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1992/….. sayılı veraset ilamına göre, davalılara kaldığını, davalıların, ekli temlik sözleşmeleri ile kendilerine miras bırakanları ….’dan miras yolu ile intikal eden bu gayrımenkul üzerindeki miras haklarını, davacı müvekkillerinin murisi ….’a eski M.K. 612/2 (Yeni T.M.K. 677/2) gereğince Düzenleme Şeklinde Miras Hissesinin 3. Kişiye Temliki Sözleşmeleri ile terk ve temlik ettiklerini; davalıların temlik bedellerini tahsil ettiklerini, bu miras hisselerini alan muris ….’ın 22/07/2007 tarihinde vefatı ile davacıların -Kadıköy 1. S.H.M.’nin 2007/1…. esas sayılı veraset ilamı ile- yasal mirasçı olarak geride kaldıklarını ve -taşınmaz üzerindeki iştirak halindeki mülkiyet 14/12/2006 tarihinde müşterek mülkiyete çevrildiğinden- bu tarihten itibaren dava hakları doğduğunu öne sürerek, dosyada mübrez Düzenleme Şeklindeki Miras Hakkının Temliki Sözleşmeleri’nin davacılar adına ve miras hisseleri oranında tapuya tescil edilmesini, davalı temlik edenlerin, hisselerinin bedelini tahsil etmelerine rağmen gayrımenkulün devrini yapmaktan kaçındıklarını, bu nedenle iş bu Ferağa İcbar davasını açtıklarını, 25/03/2010 tarihli duruşmada davalılardan …. hakkındaki davalarından feragat ettiklerini, 19/01/2012 tarihli duruşmada da birleştirme hususunda karar verilmesini beyan ve talep etmiştir.

C E V A P: Davalı …… ‘nün posta yolu ile mahkememize gönderdiği 12/11/2009 havale tarihli cevap dilekçesinde Safvet TINAL ‘dan miras yoluyla intikal eden gayrimenkullerdeki hissesini ….’a 50.000.000 TL bedelle devrettiğinin doğru olduğunu, davacının bu konudaki beyanına bir itirazının olmadığını, dava masrafları ile avukatlık ücretinin davacılar üzerinde bırakılmasını savunmuştur.
Davalı ….’ya gönderilen dava dilekçesinin 04/01/2010 ‘da tebliğ edildiği, tebliğe rağmen davalının cevapta bulunmadığı görülmüştür.
Asli Müdahil vekili müdahale talebinde, mahkememizin iş bu dosyasında tescile konu edilen taşınmazın dava konusu hisselerinin müvekkil şirket …. A.Ş.ye tescil işlemleri için şirketin %10 civarında hissedarı olan ….’ın görevlendirildiğini, bu iş için müvekkil şirketin Yapı Kredi Bankası ve T. İş Bankası Kadıköy Şubelerinden, Merzifon Şubelerine 1990 ve 1991 yıllarında toplam 3 milyon TL civarında para aktarıldığını, o sırada taşınmazın alım satım işlemleri için Merzifon’da bulunan …..’ın, müvekkil şirketin gönderdiği paraları şirket adına bankadan alıp taşınmazın satıcılarına teslim ettiğini, satıcılardan bir kısmının vefat etmesi nedeni ile veraset gibi bir kısım davalar açıldığından alım satım ve tescil işlemlerinin tamamlanamadığını, …..’ın vefat etmesi üzerine bu şahsın varislerinin hiç anlaşılmayan bir sebeple dava konusu taşınmazı sahiplenme yoluna giderek iş bu davayı açtıklarını, davacıların bu taleplerinin gerçek dışı olduğunu, zira ……’ın, şirketin %10 civarında ortağı olduğunu, taşınmazın tescili için tamamen şirket adına hareket ettiğini, taşınmazın alım satım işlemleri için tüm paraların şirket hesabından karşılandığını, bu nedenle dava konusu hisselerin, talepleri doğrultusunda tescil ve gerekli işlemlerinin yapılması için davaya asli müdahil olarak katılmalarına karar verilmesini talep etmiştir.

GEREKÇE VE SONUÇ: Dava Satış Vaadi sözleşmesine dayalı Tapu İptali ve Tescil davasına ilişkindir. Dava konusu taşınmazın tapu kaydı incelendiğinde; İstanbul ili, Kadıköy, Kozyatağı Mahallesi.,  2889,50 m2 alanlı, bahçeli ahşap ev niteliğinde olup;
168/27648 payı ….. (davalı)
672/27648 payı ….. (davalı)
144/27648 payı ……. (davalı)
…….
adlarına kayıtlı olduğu anlaşılmıştır.

a)……, Merzifon Noterliği’ nin ….. sayılı “Düzenleme Şeklinde Miras Hakkının Temliki Sözleşmesi” ile; murisi Safvet Tınal’ın ölümü ile diğer varisler meyanında kendisine kalan T.C. hudutları dahilindeki bilumum gayrimenkuldeki miras hakkının tamamını 291.666.000 TL bedelle,
b)……, Merzifon Noterliğinin …… sayılı “Düzenleme Şeklinde Miras Hakkının Temliki Sözleşmesi” ile; murisi Safvet Tınal”ın ölümü ile diğer varisler meyanında kendisine kalan T.C. hudutları dahilindeki bilumum gayrimenkuldeki miras hakkının tamamını 291.666.000 TL bedelle,
c) …..
d)….., Kadıköy 2. Noterliği’nin ….. sayılı “Düzenleme Suretiyle Miras Hissesi Devir Temlik Sözleşmesi” ile; murisi Safvet Tınal’ın ölümü ile diğer varisler meyanında kendisine kalan İstanbul İli, Kadıköy İlçesi, Kozyatağı Mahallesi, Tüccarbaşı ve Merdivenköy Bostancı Yolu Mevkiinde kain, tapuda 172 pafta, 620 ada ve 72 parselde kayıtlı bahçe içindeki ahşap ev üzerindeki miras hakkının tamamını 48.000.000,- TL bedelle, …….’a satmışlardır, Sözleşmelere göre satış bedelinin tamamı, satıcılar tarafından nakten alınmıştır.

Veraset İlâmları ;
a) Kadıköy 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin …. tarih, 1992/sayılı veraset ilâmına göre, SAFVET TINAL’ın bekar ve çocuksuz olarak …..1987 tarihinde ölümü ile mirası 27648 pay itibar edilerek, diğer veraset ilamları da dikkate alınmak suretiyle dava konusu taşınmazın ; 1152 payı …..ya, 1152 payı …..ya, 288 payı …..ya, 432 payı ….ya (dava dışı-ölü), kalan paylar ise dava dışı diğer mirasçılarına intikâl ettirilmiştir.
b) Kadıköy l. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin …. sayılı veraset ilâmına göre, ….’ın 22.07.2007 tarihinde ölümü ile mirası, eşi …’a 2/8; kızı ….’a 3/8 ve oğlu’a 3/8 oranında intikâl etmiştir.
c) Fatih 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin ….. tarih, 2007/…. sayılı veraset ilâmına göre, ….’ın 04.09.1991 tarihinde ölümü ile mirası, eşit olarak …. intikâl etmiştir.
d) ……a intikâl etmiştir.

Mahallinde keşif icra edilerek dosya resen bilirkişi kuruluna tevdii edilmiş, bilirkişi kurulu yukarda tespitleri yaptıktan sonra, davaya konu taşınmazın intikâl işlemleri yapılmış ve iştirak halindeki mülkiyet müşterek mülkiyete çevrilmiş olup halen davaya konu edilen payların bir kısmı doğrudan davalıların üzerinde, bir kısmı da vefat etmiş kişiler üzerinde bulunduğu, dava halen pay sahibi olan sağ kişiler ile ölü paydaşların mirasçılarına karşı açıldığı;
Davalıların, noterde düzenlenen “miras payının temliki sözleşmeleri” ile kök murisleri SAFVET TINAL’dan intikâlen gelen miras paylarının tamamını davacıların murisi ….’a temlik etmiş ve bedelini aldıkları, sözleşmelerde satılan miras payı halen tapuda kayıtlı miras payları ile uyuşmamakla birlikte, bu durumun, satışların SAFVET TINAL’ın ilk veraset belgesine göre yapılmasından kaynaklandığı daha sonra veraset belgesinin iptali ile yeni bir veraset belgesi alındığı ve miras paylarının değiştiği, ancak davalıların Safvet Tınal’dan gelen miras paylarının tamamını sattıklarını sözleşmelerde açıklamış olduklarından, bunun bir sorun teşkil etmeyeceği, sözleşme tarihlerinden itibaren yaklaşık 18 yıllık bir süre geçmiş bulunduğu, B.K.nun 125. maddesi uyarınca satış vaadi sözleşmesinde zaman aşımının 10 yıl olduğu, bu sürenin başlangıcı aksine bir süre gösterilmemiş ise sözleşmenin yapıldığı günden başlayacağı, ancak sözleşmenin ifası, iştirak halinin çözülüp müşterek mülkiyete çevrilmesine bağlı olduğundan 10 yıllık zaman aşımının başlangıcının, taşınmazın müşterek mülkiyete dönüştüğü tarih olduğu, somut olayda taşınmaz, Kadıköy 2.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 23.05.2006 tarihinde kesinleşen kararı ile müşterek mülkiyete dönüşmüş olup 10 yıllık zamanaşımının da bu tarihten başladığı, davanın süresinde açıldığı, taşınmazın uygulama imar planı bulunan bir bölgede ve imar parseli niteliğinde olduğu, satışı vaadedilen paylar miras paylarının tamamı olduğu için, 3194 sayılı İmar Yasasının 18/son maddesi hükmünden müstesna olduğu, takdiri mahkemeye ait olmak üzere, dayanılan sözleşmelerin geçerli olduğunun kabulü halinde; davalı hisselerinin iptali ile payların 2/8’inin …., 3/8’inin …. ve 3/8‘inin …. adına tescili gerekeceği,

Taşınmazın semti, semt içerisindeki konumu, çevresinin oluşum ve gelişimi, imar durumu ve buna bağlı yapılanma olanağı, bölgeye olan talep ve buna bağlı oluşan rayiç değerler gibi tüm etkenler dikkate alınarak, dava tarihi itibarıyla dava konusu yapılan toplam 14296/27648 payın değeri aşağıda hesap ve takdir edildiği,
Taşınmazın tamamının değerinin 13.886.100,00.-TL olduğu, davaya konu paylarının toplamının ise 14296/27648 payın değerinin 7.180.110,16.-TL olduğu beyan ve mütalaa edilmiştir.

Müdahil davacılar davacıların murisinin şirketlerinin ortağı olduğunu, dava konusu taşınmazı davacıların murisinin davalılarından şirket adına satın aldığını ve satın alırken paralarını şirketin ve ortaklarının gönderdiklerini ileri sürerek davaya Asli müdahil olarak katıldıklarını talep etmişler. Mahkememizce asli müdahillerine karar verilmiş, harç da tamamlattırılmıştır.
Müdahil davacı davacıya karşı inanç sözleşmesine dayandığı ancak yazılı inanç sözleşmesi sunamadığı, yazılı delil başlangıcı olarak ileri sürdükleri ödeme belgelerine ilişkin banka kurumlarına yazılan müzekkerelerde herhangi bir delil elde edilemediği belirlendiğinden ve inanç sözleşmesinin yazılı olması gerektiği, yazılı bir başkaca bir delil sunulmadığından tanık dinletme talepleri yerinde görülmemiş, müdahil davacı vekili kesilmiş dosya kapağında “15/06/1996″ tarihli Safvet Tınal varislerinden noter sözleşmeleri ile miras hakkının temliki yolu ile satın aldığı hisselerin bedeli …..Tic. A.Ş tarafından ödendiğinden iş bu hisselerin ortağı bulunduğu …. Tic. AŞ.ye aittir. Hissedarın adı soyadı ….. hisse adedi 50 adet. Hisse tutarı 50.000.000 ” içerikli daktilo ile yazılmış …. ismi altında imzalı bir belge sunmuştur.
Müdahil davacının bir şirket olması, bir alışverişin şirket kayıtlarında gözükmesi gerektiği halde müdahil davacı şirket kayıtlarına dayanmamış, delil olarak gösterilmemiş, şirket kayıtlarında böyle bir alışverişin olmadığı anlaşılmıştır. Karar aşamasında sunulan bir daktilo ile yazılmış bu belgenin kesilmiş bir dosya kapağında yazılmış olması ve müdahil davacının bu belgesi davaya katıldıktan 3,5 yıl sonra karar aşamasında sunulması inandırıcı gelmediği gibi tamamen davayı uzatmaya matuf olduğu hususunda tam bir kanaat hasıl olmuştur, zira müdahil davacı şirketin kayıtlarından çıkan hiçbir para mevcut değildir. Müdahil davacı, kayıtlarına dayanarak dava konusu taşınmazın alımı hususunda şirketin para gönderdiğini hiçbir yasal delille kanıtlayamamıştır. Bu sebeple karar aşamasında sunmuş olduğu belgeye itibar edilmemiştir.
Taraf iddia ve savunmaları, bilirkişi raporu ve dosya bir bütün olarak incelendiğinde; Davacıların murisinin, taşınmaz hisselerini geçerli satış vaadi sözleşmeleri ile satın aldığı, bedellerinin de ödendiği, 43 davalı tarafından davanın kabul edildiği, bir kısım davalıların da muhalefet etmediği,
Davalı …. vekili 17/02/2015 tarihli celseye katılarak, müvekkilerinin murisinin alzheimer hastası olduğunu bu sebeple davayı kabul etmesinin geçerli olmadığını, delilleri sunacağını ileri sürmüş ancak müteakip dosyalarda duruşmalara katılmadığından savunmaları yerinde görülmemiştir.
Davalıların, deliller toplanmadan kabulleri dikkate alınarak, nisbi harç buna göre hesaplanmış, davacı vekili davalılardan masraf ve vekalet ücreti talep etmediğinden, fakat müdahil davacıdan vekalet ücreti talep ettiğinden davanın kabulüne ve müdahil davacının davasının reddine dair aşağıdaki hükmün kurulması gerekmiştir.

H Ü K Ü M: Asıl dosya yönünden
1-Müdahil davacının davasının reddine
2-DAVANIN KABULÜ ile Kadıköy , Kozyatağı mah.  parselde kayıtlı taşınmazdaki davalıların paylarının iptali ile davacılar ….’a 2/8 ‘i ,….. ‘a 3/8’ i, ….’na 3/8’i olarak tesciline
4- Alınması gereken 1/3 tutarı olan 163.491,11.-TL harçtan tamamlattırılan 106.624,65.-TL harcın mahsubu ile bakiye 56.866,46.-TL harcın davacıdan tahsiline
5-Asli müdahil davacı yönünden; alınması gereken 27,70.-TL harcın mahsubu ile istek halinde fazla alınan 106.824,75.-TL harcın müdahil davacıya iadesine
6-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince davacılar vekili için takdir olunan 94.650,00.-TL nisbi vekalet ücretinin Asli müdahil davacıdan alınarak davacılara verilmesine.
7-Davacılar ve Asli müdahil davacılar tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına.
Davacı ile Müdahil davacı vekilinin yüzlerine karşı tebliğden itibaren 15 gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı 18/06/2015 (Karar yazım tarihi 03/07/2015).

Katip                                                                                                                                        Hakim 

 

SİZ YARATICI MISINIZ?

Bazı insanlar yaratıcılığın meziyet olduğunu bilir ve kendilerinde de olmasını arzu eder. Ama çoğu da bunun farkında bile değildir.. Peki “Yaratıcılık nedir ve nasıl teşvik edilir?” diye sorsak ne cevap verirdiniz?

Eğer bağlantısız gibi görünen şeyleri birbirine bağlamakta mahir iseniz, sizde kesin yaratıcı özelliği vardır! Çünkü, hayal kurabiliyorsunuz demektir. Einstein, “Hayal gücü, bilgiden daha önemlidir” derken, yaratıcı faaliyetteki en önemli özelliğin hayal edebilmek olduğunu vurgulamıştır.
Yani aslında yaratıcılık, yoktan var etme anlamında değil de, var olan kavramlar arasında ilişki kurup, onlardan yeni kavram ve düşünceler üretmektir. Tabii ki, bilgi gereklidir ama özgünlük ve yaratıcılık için hayal gücü ‘olmazsa olmaz’ bir itici güçtür.
Peki, günümüzde yaratıcılığa her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmasına rağmen, bu ‘bedava’ insan kaynağından neden yeterince yararlanılamamaktadır?

Özgün ve yaratıcı olan insanlar alışılmışa, kalıplara, kurallara yani statükoya kafa tutan, meydan okuyan ve onları sorgulayabilenlerden çıktığı ve bu davranışlar toplumda yadırgandığı için, insanlar ve kurumlar yaratıcılık konusunda ürkekler tutum sergilerler.
Oysa ancak farklı düşünceleri kucaklayan ve o süreçte karşılaşılabilecek başarısızlıkları ve riskleri göze alabilen bir kültür yaratıcılığı geliştirebilir.

Yaratıcılığın başlangıcı soru sormaktır. Bu sorular:
“Bunu niye yapıyoruz?”
“Bunu böyle yapmazsak olmaz mı?”
“Bu başka türlü nasıl yapılabilir?”
“Bu konuda başka seçenek var mı?”
“Bu düşünce çok ilginç ve belki de çılgın ama düşünülebilir mi”
“Bu konuda yoğunlaşabilir miyiz?”
“Bu konuda ne yapmaya çalışıyoruz?” şeklindedir. Ve bu gibi sorular sadece sorunlar için değil, sorun olmayanlar için de sorulabilir. Hatta ilk sorulara bulunacak cevaplar, daha üst seviyedeki farklı soruların sorulmasına neden olur.
Fakat –bizim toplumumuzda yaygın olduğu gibi- çocuklarımızın soru sormasına izin vermezsek, onların yaratıcı zekaya sahip olmaları zordur.
Oysa herkesin yaratıcı bir yönü vardır ve bu yön ancak, desteklenirse ortaya çıkar.

Günümüzde en çok aranan yetenek nedir diye soralım?
Cevap: Yaratma yeteneği!!
Çünkü insanların ‘sınırsız ve yeni’ ihtiyaçları vardır; kaynakları ise ‘sınırlı ve eski’dir. Bu paradoksu kırabilecek yegane şey de yenilikçi fikirlerdir; ve bu fikirler ancak yaratıcı ve yenilikçiler eliyle uygulanabilir. Dolayısıyla yaratıcılık olmadan yenilikçilik, yaratıcılık ve yenilikçilik olmadan da girişimcilik olmaz. Yani girişimciliğin tetikleyicisi yaratıcılıktır ve yeni fikrin olmadığı bir ortamda, girişimciliğin de olması beklenemez.

Yeni nesil girişimcilikte insanlığın sorun ve ihtiyaçları yeniden tanımlanmakta ve ona göre fikir üretilmektedir. Gelecek, yaratıcılığını açığa çıkarıp harekete geçirebilenlerin olacak ve aslında en iyi fikir, en çok fikirden çıkacaktır.
Tüm işletmeler, önce en çok fikre ulaşacak ve sonra da içlerinden en iyisini seçeceklerdir. Bu arada daha çok deney ve daha çok hata yapılacak, bunun finansmanı da önceden göze alınacak ve yaratıcılığın sadece AR-GE’yle sınırlı bir eylem olmayıp işletmenin tümünü kapsadığını ve işletmede çalışan herkesin işi olduğunu kabul eden kurumlar, en hızlı ilerleyenler olacaktır.

Yaratıcılık Nasıl Desteklenir?
İster bireysel isterse takım halinde olsun, insanlara özel olduklarını hissettirmek, moral vermek, zaman zaman kaytarmalarına izin vermek, oyunu teşvik etmek, kuralları gevşetmek, plansız molalar vermek, alan gezileri yapmak, sergi ziyaretlerine katılmak, iç görüleri paylaşmak için yemekli toplantılar yapmak, hediye ve ödül vermek ve özgüven aşılamak yaratıcılıkta motivasyonu arttırır.

Yaratıcılığın üç bileşeni uzmanlık, yaratıcı düşünce ve motivasyondur. Uzmanlık ve yaratıcı düşünce için -motivasyona göre- daha fazla zaman ve para ayırmak gereklidir.
Kısacası motivasyonun maliyeti hem daha azdır hem de sonuçlara kısa yoldan ulaşılır.

Bunun yanısıra aşağıdaki tutum, davranış ve ortamlar hem bireysel hem de kurumsal yaratıcılığı yakından etkiler:

TEŞVİK
Bazı yöneticiler başarıyı hiç takdir etmezler. Bu durum, yaratıcılığı engeller; çünkü içsel motivasyon artmaz.
Yaratıcılığını ortaya koyan insanlar yaptıklarından heyecan duyar; o nedenle de, yaptıklarının diğer insanlar tarafından önemli olduğunun anlaşılmasını isterler.
İşte başarılı yöneticiler, yaratıcı kişi ya da takımları takdir ederek zaman zaman ödül verir, onları başından beri izlediklerini, ortaya çıkan şeylerin önemli olduğunu belirtir ve ‘Yaratıcı düşünceleri nasıl uygulayabiliriz?’ ‘Nasıl geliştirebiliriz?’ sorularını kendilerine sorarlar.

Engelleyici yöneticilerse, bu tür yaratıcılıkları şüpheyle karşılamak bir yana, bunları tanımadıklarını söyleyebildikleri gibi, ‘Bu düşünceleri nasıl yok edebiliriz?’ kaygısını da taşırlar.
Bunun için, yaratıcılıkları sonuç vermeyen insanlar işten atılabilir ya da bir kenara itilebilirler. Bu durumu gören diğer çalışanlar da, yaratıcılıklarını harekete geçirmekteki cesaretlerini yitirirler. ‘Hata kültürü’ gelişmediği için de her yaratıcı düşüncenin mutlaka başarılı olması beklenir ki bu da büyük bir hatadır.

ÖZGÜRLÜK
İnsanlara, tırmanacakları dağı gösterip, gösterilen dağa nasıl tırmanacakları konusunda ise onları özgür bırakırsak, işte o zaman yaratıcı olunur.
Çerçevesi çizilmiş, tanımlanabilen, ulaşılabilir ve yapılabilir özel stratejik amaçları belirlemek, yaratıcılığı arttırmaktadır.
Böyle ailelerde büyüyen veya böyle kurumlarda çalışanlar, yaratıcılıklarını daha iyi ortaya koyarlar. Ancak sık sık amacın değişmemesi gerekir. Amacın sık sık değişmesi, yaratıcılığı kısaltmakta ve daraltmaktadır.
İnsanlara işlerine nasıl yaklaşacakları ve ne şekilde yapacakları konusunda sağlanan özgürlük, onların içsel ve işlerini sahiplenme güdülerini arttırarak yaratıcılıklarını harekete geçirmektedir.

MEYDAN OKUMA
İçsel motivasyona sahip kişiler seçenek ararlar. Bu kişilerin buldukları seçenekler; tabu sayılabilecek dokunulmazlar bile olsa, onları sorgulayabilecek, değiştirebilecek, yerine yenilerini sunabilecek biçimde meydan okuma özellikleri vardır.
Bu tutum ve davranışlar; yaratıcı ve yeniliğin kabul edildiği kurumlarda normal karşılanır. Ama kurumlardaki statüko çoğu zaman yaratıcılığı ve yeniliği engeller.
Meydan okuma tutum ve davranışı aynı zamanda içsel motivasyonu da artırır. Bu tutumun, sorgulama, sorunlara kafa tutma ve içsel motivasyon gibi özelliklerinden dolayı yaratıcılığa ve yenilikçiliğe önemli katkısı vardır.

ODAKLANMA
Yaratıcılık için motivasyon gerekir ama, hangi alanda, ne tür işlerde yoğunlaşacağı da bilinmelidir.
Sorun listesi yapmak, yaratıcılığın hedef alanını belirleyeceği gibi; aynı listede, sorun olmayan ancak iyileştirme adına yapılmak istenen değişiklikler de, yani hem sorun hem de sorun olmayan şeyler de yer alabilir.
Odaklanılacak konunun iyi tanımlanması, sınırlarının belli olması, yaratıcı güce elle tutulabilir hedefler gösterdiği için başarıyı arttıracaktır. Aksi takdirde bulanık hedefler, tanımlanmamış sorunlar ve alanlar, gücün bir noktada yoğunlaşmasını engeller ve yaratıcı gücün verimsiz kullanılmasına yol açar.
Mike Vance’ın dediği gibi, “Yeni, aynı zamanda eskinin gözden geçirilmesidir.”
Hiçbir sorun yaşamayan, her şeyin yolunda gittiğini zanneden bir yerde bile, sorun olmadığı için incelenmemiş alanlar, yaratıcılığın odak noktaları olabilmektedir.
Yaratıcılık ve yenilikçilik zekâ, yetenek ve bilgi içerir. Ancak adanmışlık, odaklanma, gayret ve sabır yoksa, diğerleri bir anlam ifade etmez.

ÖRGÜTSEL DESTEK
Bundan anlaşılması gereken şey, kurumun tüm varlığı ile yaptığı destekten sonra, yaratıcılığın daha çok artmasıdır. Ama sadece kurumun herhangi bir biriminin, yaratıcılığa destek vermesi yetmez; tüm örgütün destek vermesi gerekir.
Tabii ki, bu iklimin yaratılmasında, liderin çok önemli rolü bulunur.
Böyle bir lider, her türlü yaratıcı düşünceyi değerli bulup, ödüllendir. Yaratıcı çabaları görmezlikten gelen bir liderden, etrafındaki yaratıcı zekalara sadece negatif düşünceler yayılır; böylece insanlar yaratıcılık için heyecan ve enerjilerini kaybedip, küserler.
Bu arada, lider, yaratıcılığı desteklemek adına her şeyden önce, elindeki bilgiyi paylaşarak, işbirliğine gitmelidir. Yani aslında “Lider olunmaz, lider doğulur!” sözü burada çok önem taşır. Bu durum çalışanların içsel motivasyonunu arttırmaktadır.
Öte yandan örgütteki didişmeler, gruplaşmalar, kavgalar ve dedikodular da çalışanları işten soğutmakta ve yaratıcılıklarını engellemektedir. Çünkü ortak hedef ve heyecan paylaşımı zayıflamaktadır.

SICAK TAKIMLAR
Kurumlarda, yaratıcı düşüncelerin doğması için buna uygun takımların tasarlanması gerekir. Oluşturulan takımların içinde homojen (aynı görüşte) ve uzlaşmacı insanlar varsa, yaratıcılık öldürülmüş olur.
Belki, sözkonusu özelliklere sahip bir takım daha az bölünür, moraller daha yüksektir; ama yaratıcı düşünce üretimi yok denecek kadar azdır.
Oysa ‘sıcak’ takımlarda bulunanların perspektifleri, bilgi birikimleri, uzmanlıkları ve olaylara ve sorunlara karşı tutum ve davranışları birbirinden çok farklı; ama bu durum, çok enteresan bir şekilde ‘yaratıcı iklim’ oluşturur.
Örneğin 8 kişilik bir ‘sıcak’ grupta şu farklı özelliklerin bir araya gelmesi tavsiye olunur:
İleri görüşlü, sorun çözücü, put kırıcı, nabız yoklayıcı, zanaatkar, teknolog, girişimci, çapraz geçişci.

KAYNAKLAR
Yöneticiler, finansman, zaman ve mekân gibi alanlardaki kararları doğru vermelidirler; çünkü bu da kurumsal yaratıcılığı etkiler.
Bazen yaratıcılık için zaman çok azdır. Örneğin, SARS aşısını bulmak için, bilim adamları hızlı çalışılması gerektiğini kendiliğinden hissederler. Bu sıkışıklık, içsel motivasyonu ve meydan okumayı da arttırır.
Ama yaratıcılık için zaman gerekir. Bu zaman yeterli değilse, zamanı az veren yöneticiler yaratıcılığın önünde engel haline geleceklerdir.

Yaratıcılık için yeterli kaynak da gerekmektedir. Yaratıcılık için yetersiz kaynak ayırmak, yaratıcılığı arttırmak bir yana, var olabilecek yaratıcılığı da engeller; çünkü yeterli finansman kaynağı olmayan kurumlar, yaratıcılıklarını yeni iş fikirlerini bulmak yerine yeni finansman kaynağı bulmaya yönelteceklerdir.
Ama bilinmesi gereken diğer husus da, yaratıcılığa aşırı kaynak ayırmanın yaratıcılığı arttırmayacağıdır!

Yaratıcılık için diğer bir kaynak da mekânlardır. Rahat mekânlar yaratıcılık için bir ihtiyaçtır. Çok rahat mekânlar yaratıcılığı engellemez, destekler. Bu nedenle yaratıcı ve yenilikçi kurumlar için, mekân önemli sayılan bir kültürdür.
Günümüzde çalışma ofislerini, hiyerarşiye göre düzenleyen şirketler “Kaba Şirketler” olarak adlandırılmaktadır.
Bilindiği gibi hiyerarşi rahat mekânların düşmanı olarak algılanmaktadır!
Bunun için açık ofis sistemleri kabul görmeye başlamıştır.

Eskiden işletmelerde gözetim ve denetim de en çok yapılan iş idi. Günümüzde yaratıcılık ve yenilik önemli hâle gelince düşünce üretmek, takım çalışması yapmak gibi işlevler yoğun ilgi görmeye başlamıştır. Dolayısıyla örgütler ‘Nasıl mekânlar kuralım ki, çalışanlarımızın yaratıcı ve yenilikçi özellikleri ortaya çıksın ve gelişsin?’ diye düşünmeye başlamışlardır. Bazı araştırmacılar, bunun için mekânları örgütün vücut dili olarak görmektedirler.
Sonuç olarak; yaratıcılık ve yenilikçiliğin mekânla ilişkisiz olduğunu söylemek de pek doğru olmayacaktır.

Tüm bunları değerlendirerek, yaratıcı mı yoksa yaratıcılığa engel bir kişiliğiniz mi olduğunu sorgulayabilirsiniz…24.10.2019

Av. Sosyolog Mukaddes Günsu AKÇAGÖZ

KADININ ZİYNET EŞYALARI – YARGITAY KARARI

KADININ ZİYNET EŞYALARI İLE İLGİLİ OLARAK, MUKADDES HUKUK BÜROSU TARAFINDAN ÇIKARTILMIŞ BİR EMSAL YARGITAY KARARI

T.C.YARGITAY

3. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞI

ESASNO        : 2015/10895

KARAR NO   : 2016/3352

YARGITAY  İLAMI

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 19. AİLE MAHKEMESİ

TARİHİ            : 18/03/2015

NUMARASI    : 2013/998-2015/145

DAVACI: ….  ……VEKİLİAV. MUKADDES GÜNSUAKÇAGÖZ

DAVALI          : ….. ……

Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından istenilmekle; daha önceden belirlenen, 08.03.2016 tarihli duruşma günü için yapılan tebligat üzerine; duruşma için tayin olunan günde taraflar ve vekilleri gelmediler. Açık duruşmaya başlandı ve taraflardan kimsenin gelmediği anlaşılmakla işin incelenerek karara bağlanması için saat14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y   K A R A R I

Davacı vekili dava dilekçesinde; davacı ile davalı evlenirken düğünde davacı kadına 11 adet bilezik, 3 bileklik, gerdanlık, para, küpeve 60 adet çeyrek altın takıldığını, düğünden sonra davalının ailesi tarafından ALTINLARIN davacıdan alındığını, iade edilmediğini, davacı ile davalının 03.12.2014 tarihli mahkeme kararı ile boşandıklarını belirterek, ziynet eşyalarının aynen, olmadığında ÇEYİZ EŞYALARI ile birlikte toplam 86.210 TL alacağın davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili cevabında; davacının evi terkederken ağır kusurlu olduğunu, ziynet eşyalarını yanında götürdüğünü, çeyiz eşyalarının ise iadesini kabul ettiklerini beyan etmiştir.

Mahkemece; çeyiz eşyalarının davacıya aynen iadesine, ZİYNET EŞYALARI yönünden ise TAKILARIN ev alırken bozdurulduğunu, davacının buna rıza gösterdiğinden ve zorla elinden alındığını ispatlayamadığından bahisle talebin reddine karar verilmiş, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.

Dosyada dinlenen davacı tanık beyanlarına göre; DAVACI KADINA AİTTAKILARIN davalı koca tarafından ev alınırken bozdurulduğu, davalı tanık beyanlarına göre, takılar ile davalının kardeşine olan 4.500 TL borcunun ödendiği, bakiye kısmını ortak hesaba yatırdıklarını, bir kısmını da davacının götürdüğünü ifade etmişlerdir.

Taraflar 03.06.2007 tarihinde evlenmiş, 03.12.2014 tarihinde boşanmışlar, tapu kaydına göre davalı adına 24.11.2010 tarihinde, evlilik birliği içinde 9 nolu daire satın alınmıştır.

Yerleşmiş Yargıtay kararlarına göre, evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından takılırsa takılsın kadına bağışlanmış olarak kabul edilir ve kadına iadesi gerekir.

Davada, davacı KADINA TAKILAN ZİYNET EŞYALARI İLE ÇEYİZ EŞYALARININ aynen, olmadığında bedeli talep edilmektedir.

Ziynet eşyalarının davalı tarafından ev almak için bozdurulduğu, 4.500 TL’lik altının davalının kardeşine olan borcunu ödemek için bozdurulduğu anlaşılmaktadır.

Ancak, BOZDURULUP HARCANAN ZİYNET EŞYALARININ İADE EDİLMEMEK KAYDIYLA DAVALI KOCAYA VERİLDİĞİNİ, KADININ İSTEĞİ VE ONAYI İLE ZİYNET EŞYALARININ BOZDURULUP HARCANDIĞINI DAVALININ İSPATLAMASI GEREKİR. Başka bir deyişle, davalının ispatlaması halinde davalı koca ziynet eşyalarını iade etmekten kurtulur.

DAVACIYA AİT OLDUĞU ANLAŞILAN DAVA KONUSU ALTINLARIN İADE EDİLMEMEK KAYDIYLA DAVACININ İSTEĞİ VE ONAYI İLE DAVALIYA VERİLDİĞİNİ, DOSYADAKİ DELİL DURUMUNA GÖRE DAVALININ İSPATLAYAMADIĞINDAN VE AÇIKÇA YEMİN DELİLİNE DE DAYANMADIĞINDAN, MAHKEMECE; ZİYNET EŞYALARI YÖNÜNDEN DAVANIN KABULÜNE KARAR VERİLMESİ GEREKİRKEN, İSPAT YÜKÜNÜN DAVACIDA OLDUĞU GEREKÇESİ İLE TALEBİN REDDİNE İLİŞKİN YAZILI ŞEKİLDE HÜKÜM KURULMASI DOĞRU GÖRÜLMEMİŞTİR.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine,  08.03.2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan A. ÖZÇELİK Üye N. ABACI UTKU Üye F. PINARCI Üye Y. MEMİŞ Üye H. KANIK

Katip: YKÇ.

Karşılaştırıldı.

 

Çocuk Kaçırma – Çocukların İadesi – Velayet Hakkı

Çocuk Kaçırma – Çocukların İadesi – Velayet Hakkı

T.C.
YARGITAY 2. Hukuk Dairesi

Esas No: 2006/17627
Karar No: 2007/12722

Tarihi: 27.09.2007
Özet: Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşmeye göre, çocuğun mutad meskeninin bulunduğu ülkeye iade edilebilmesi için mutad meskenin olduğu ülke makamlarından alınmış velayete veya kişisel ilişki kurulmasına ilişkin bir kararın bulunması veya varsa bu kararın çocuğun haksız alıkonulduğu ülkece tanınması ve tenfizi gerekmemektedir.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre 1980 tarihli Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi, 16 yaşın altında bulunan çocuklar için uygulanır. Sözleşmenin uygulanması çocuk 16 yaşına geldiğinde sona erer (Söz. m. 4). Bu sözleşme : ereğince, mutad meskenine iadesi istenilen çocuklardan Sevda, 25.05.1990 doğumlu olup, dava tarihinde 16 yaşın içindedir. Bu çocuk, sözleşmenin uygulama alanından çıkmıştır. Mahkemece verilen red kararı, bu çocuk yönünden sonucu itibarıyla doğrudur. Bu çocukla ilgili temyiz itirazları yersizdir.
2- Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesine göre haksız olarak bir akit devlet ülkesinden diğerine götürülen veya haksız olarak diğer akit devlet ülkesinde alıkonulan çocuğun mutad meskeninin bulunduğu ulkeye iade edilebilmesi icinoncedenmutad meskeninin bulunduğu ulke makamlarından alınmış, velayete veya kişisel iliski kurma hakkına bir kararın varlığı gerekmediği gibi, böyle bir kararın mevcut olması durumunda, bunun çocuğun haksız olarak götürüldüğü veya haksız alıkonulduğu Devlette tanınması ve tenfiz edilmesi zorunluluğu da bulunmamaktadır. Sözleşme, çocuğun velayet hakkı ihlal edilerek bir ülkeden diğer ülkeye götürülmesi veya alıkonulmasının zararlı etkilerinden uluslararası alanda korunması amacına yönelik olup, çocuğun derhal mutad meskeninin bulunduğu ülkeye geri dönmesini sağlama amacıyla akdedilmiştir. Çocuklardan Fatih 20.01.2001 doğumludur. Annenin velayet hakkı ihlal edilerek, bu çocuğun baba tarafından Türkiye’’de haksız olarak alıkonulduğu dosyadaki delillerden anlaşılmaktadır. Davacı annenin bulunduğu ülke makamına başvuru anında çocuğun haksız olarak alıkonulmasından itibaren bir yıldan az bir süre bulunmaktadır (Söz. m. 12/1). Çocuğun iadesi talebinin reddedilmesini gerektiren şartlar bulunmamaktadır;. O halde, bu çocuk yönünden davanın kabulü gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiştir.

Sonuç: Hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple (BOZULMASINA), hükmün diğer çocuk Sevda yönünden yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple (ONANMASINA), 27.09.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Uluslararası Çocuk Kaçırma – Çocuğun Mutad Meskene İadesi – Velayet Hakkının İhlali

Uluslararası Çocuk Kaçırma – Çocuğun Mutad Meskene İadesi – Velayet Hakkının İhlali

T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi

Esas No : 2010/124
Karar No: 2010/11846
Karar Tarihi: 15.06.2010

Özet: Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşmeye göre, çocuğun mutad meskeninin bulunduğu ülkeye iade edilmesi için önceden mutad meskeninin bulunduğu ülke makamlarından alınmış velayete veya kişisel ilişki kurma hakkına dair bir kararın varlığı gerekmediği gibi, böyle bir kararın mevcut olması durumunda, bunun çocuğun haksız olarak götürüldüğü veya alıkonulduğu Devletçe tanınması veya tenfiz edilmesi zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü. Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair 1980 tarihli La Haye Sözleşmesi, çocuğun velayet hakkı ihlal edilerek, mutad meskeninin bulunduğu ülkeden, diğer bir ülkeye götürülmesi veya alıkonulmasının zararlı etkilerinden uluslararası alanda korunması amacına (Söz. md. 1) yönelik olup, çocuğun derhal mutad meskenin bulunduğu ülkeye iade edilmesini sağlamaya yönelik hükümler ihtiva etmektedir. Sözleşmeye göre, çocuğun mutad meskeninin bulunduğu ülkeye iade edilmesi icin, önceden mutad meskeninin bulunduğu ülke makamlarından alınmış velayete veya kişisel ilişki kurma hakkına dair bir kararın varlığı gerekmediği gibi, böyle bir kararın mevcut olması durumunda, bunun cocuğun haksız olarak götürüldüğü veya alıkonulduğu Devlette tanınması veya tenfizedilmesı zorunluluğu da bulunmamaktadır. (Soz. md. 15)
Yapılan sorusturma ve toplanan delillerden davalı annenin 2005 yılı Ağustos ayında müşterek çocuk Meryemana”yı da alıp, kayınbaba ve kayınvalidesiyle birlikte izin amaçlı Türkiye”ye getirdiği ve izin süresinin bitiminde kendisi Almanya”ya dönmediği gibi çocuğu da babanın kanundan doğan velayet hakkını ihlal etmek suretiyle haksız olarak alıkoyduğu anlaşılmaktadır. İade isteğinin reddini gerektirecek vahim bir tehlikenin varlığı veya geri dönmesinin çocu-ğu fiziksel ve psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı ya da başka bir şekilde müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceğine dair ciddi bir riskin (Söz. md. 13/b) varlığı kanıtlanamadığına göre isteğin kabulü gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 15.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Çocuğun Yurtdışında Yaşayan Babasına İade İstemi

ÇOCUĞUN YURTDIŞINDA YAŞAYAN BABASINA İADE EDİLMESİ İSTEMİ – ÇOCUĞUN GERİ DÖNMESİNİN ÇOCUĞU FİZİKİ VEYA PSİKOLOJİK BİR TEHLİKEYE MARUZ BIRAKIP BIRAKMAYACAĞI – ÇOCUĞUN YAŞININ KÜÇÜK OLMASININ BAŞLI BAŞINA İADE İSTEĞİNİN REDDİNE SEBEP TEŞKİL ETMEYECEĞİ

T.C. YARGITAY
2.Hukuk Dairesi

Esas: 2011/8304 – Karar: 2011/8799
Tarih: 23.05.2011

ÖZET: Çocuğun geri dönmesi çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde, müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk mevcut ise iade talebi reddedilecektir. Geri döndüğü takdirde, tehlikelere maruz kalacağı yolunda ciddi bir riskin varlığını gösteren nesnel bulgular bulunmamaktadır. Çocuğun yaşının küçük olması başlı başına iade isteğinin reddine sebep teşkil etmez. İade talebinin kabulü gerekirken, yetersiz gerekçeyle isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

(Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme m. 13) (1086 S. K. m. 438)

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarda tarih numarası gösterilen hüküm Cumhuriyet Savcısıyla iade başvurusunda bulunan (baba) İ.O.T. vekili tarafından temyiz edilmiş, temyiz eden İ.O.T. vekili incelemenin duruşmalı yapılmasını talep etmiş ise de, duruşmaya çağrı gideri yatırılmadığından, duruşma isteğinin reddine (HUMK. m. 438/1), evrak üzerinde inceleme yapılmasına karar verildi. Evrak incelendi, gereği düşünüldü:

Karar: Küçük U.U.T. davalı (annesi) tarafından 23.4.2010 tarihinden beri babanın çocuk üzerindeki kanundan doğan velayet hakkı ihlal edilerek Türkiye’de haksız olarak alıkonulduğu, mutad meskeninin Finlandiya olduğu, babanın 15.7.2010 tarihinde Finlandiya Merkezi makamına iade için başvurduğu toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Mahkemece de mutad meskeninin Finlandiya olduğu ve çocuğun haksız olarak alıkonulduğu kabul edilmiş, uzmanlardan alınan rapor esas alınarak geri dönüşünün sözleşmenin 13/b bendi uyarınca çocuğu psikolojik tehlikeye maruz bırakacağı gerekçesiyle iade talebi reddedilmiştir. Hükme esas alınan uzman raporunda, çocuğun yaşının küçüklüğünün etkili olduğu görülmektedir. Çocuk 26.5.2009 doğumludur.Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair 1980 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 13/b maddesi; çocuğun geri dönmesinin çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde, müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk mevcut ise iade talebinin reddedileceğini belirtmektedir. Geri döndüğü takdirde, bu maddede yazılan tehlikelere maruz kalacağı yolunda ciddi bir riskin varlığını gösteren nesnel bulgular bulunmamaktadır. Çocuğun yaşının küçük olması başlı başına iade isteğinin reddine sebep teşkil etmez. O halde iade talebinin kabulü gerekirken, yetersiz gerekçeyle isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarda gösterilen sebeple bozulmasına, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.05.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.

Velayet-Lahey Sözleşmesi-Çocuk Kaçırma-Çocuğun iadesi 2

Velayet-Lahey Sözleşmesi-Çocuk Kaçırma-Çocuğun iadesi

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/2-628 – K. 2010/693
T. 22.12.2010

• ÇOCUK HAKKINDA İADE KARARI VERİLMESİ (Annenin Türkiye’de Ailece Geçirilen Tatilden Sonra Babaya Boşanmak İstediğini Söyleyip Çocuğu Yanında Tutması – Babanın İlgisiz Tavırları Çocuğun 2 Yaşında Olması Gözetildiğinde Çocuğun İadesi Talebinin Reddine Karar Verileceği)

• YURTDIŞINDA DOĞAN ÇOCUĞUN ANNE İLE BİRLİKTE TÜRKİYE’YE GETİRİLMESİ (Ailece Geçirilen Tatilden Sonra Annenin Türkiye’de Kalıp Çocuğu Yanında Tutması – Babanın İlgisiz Tavırları Çocuğun 2 Yaşında Olması Gözetildiğinde Çocuğun İadesi Talebinin Reddine Karar Verileceği)

• ULUSLARARASI ÇOCUK KAÇIRMA (Annenin Türkiye’de Ailece Geçirilen Tatilden Sonra Babaya Boşanmak İstediğini Söyleyip Çocuğu Yanında Tutması – Babanın İlgisiz Tavırları Çocuğun 2 Yaşında Olması Gözetildiğinde Çocuğun İadesi Talebinin Reddine Karar Verilmesi Gereği)

Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi/m.12

ÖZET: Yurtdışında doğan ve halen Türkiye’de anne yanında olan müşterek çocuğun yurtdışında ikamet eden babaya Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi uyarınca iadesi koşullarının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Şahsi görüşme sırasında tutulan tutanaklar ve babanın küçük önünde etrafı ile diyalogları, dava dışı kişiye yönelik ifadeleri, küçüğün iadesine karar verilmesi halinde yetişme çağında ihtiyacı olan anne sevgi ve şefkatinden mahrum kalacak olmasının çocuğun fiziki ve psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı, dava tarihinde iki yaşında bulunan çocuğun yaşı nedeniyle annelerinden ayrılmasının, sözleşmede belirtilen ruhsal risk oluşturduğu, babanın çocuğa karşı duyarsız davranışlarının, 2 yaşında bulunan çocuğun ruhsal gelişimi açısından tehlike oluşturacağı, babanın tutanaklara yansıyan iletişim yapısı dikkate alındığında müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir riskin olduğu açıktır. Bu durumda iadeden kaçınmayı gerektirecek vahim bir durumun varlığının kabul edilmesi gereklidir. Mahkemece verilen “iade kararı verilmesi talebinin reddine” ilişkin direnme kararı sonucu itibariyle doğrudur.

DAVA: Taraflar arasındaki “Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi uyarınca çocuk iadesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kuşadası 2. Asliye Hukuk Mahkemesince ( Aile mahkemesi sıfatı ile ) davanın reddine dair verilen 18.06.2008 gün ve 2007/68 E- 2008/1752 sayılı kararın incelenmesi davacılar tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 02.04.2009 gün ve 2008/18187-2009/6203 sayılı ilamı ile;

(… Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi 15.02.2000 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin amacı, 16 yaşından küçük çocukları (Söz. md. 3/son) kanuna aykırı olarak yer değiştirmenin zararlı etkilerinden korumak ve onların mutat yerleşim yeri devletine derhal dönüşünü temin etmektir. Sözleşmeye taraf devletler amaca uygun olarak bütün önlemleri almak ve en süratli usullere başvurmak zorundadırlar (Söz. md. 2 ve 11). Kanuna aykırı olarak yeri değiştirilmiş veya alıkonulan çocuğun yerinin değiştirilmesi veya alıkonulması tarihinden itibaren bir yıl içerisinde iadesinin istenilmesi halinde çocuğun derhal geciktirilmeden iadesi gerekmektedir (Söz. md. 12/1).

Toplanan delillerden müşterek çocuk M. 22.07.2005 doğumludur. Anne ve babanın müşterek çocuk M. ile birlikte tatillerini geçirmek için 18.05.2007 tarihinde Türkiye’ye geldikleri, davalı annenin davacı baba ile irtibatını keserek boşanma davası açtığı, müşterek çocuk M’nın davalı anne ile Türkiye’de kaldığı, davacı babanın Danimarka’ya döndüğü anlaşılmaktadır. Tarafların mutat yerleşim yeri Danimarka’dır. Davacı (baba) sözleşme hükümleri uyarınca küçüğün mutat meskene iadesinin temini için bir yıllık süre geçmeden 13.06.2007 tarihinde merkezi makama başvurmuştur.

Yargılama sonucunda iadeden kaçınmayı gerektirecek vahim bir tehlikenin varlığı ispat edilmemiştir (Söz. md. 13/b). Sözleşmenin 13. maddesinin son derece dar yorumlanması bunun vahim hallere inhisar ettiğinin kabulü gerekir. Verilen bu karar sonuç itibariyle tedbir özelliğini taşımaktadır. Bu karar ilgili mahkemeden velayetin düzenlemesine de engel teşkil etmemektedir. O halde mahkemece iade kararı verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır…),Gerekçesiyle ve oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR: Başvuran F. K.’ı temsilen Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne İzafeten Kuşadası Cumhuriyet Savcılığı 29.08.2007 tarihli davanamede: Türk uyruklu H. K. ile Danimarka uyruklu F. K.’ın evliliklerinden olan M. K. isimli çocuğun, anne, babası ile birlikte tatilini geçirmek üzere 18.05.2007 tarihinde Türkiye’ye geldiği, bir gün sonra annenin eşi ile irtibatını keserek çocuk ile birlikte Türkiye’de kalmak ve eşinden boşanmak istediğini belirttiği, babanın tüm girişimlerine rağmen anne ile uzlaşmaya varamadığı, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından girişilen dostane çözüm çabaları da sonuçsuz kaldığı, iddiası ile “M.K.’ın Danimarka’da bulunan mutat meskenine iade edilip edilmeyeceği hususunda bir karar verilmesini” talep ve dava etmiştir.

Davacı F. K. vekili de; ailenin ve müşterek çocuk M.K.’ın mutat meskeninin Danimarka olup, M. K.’ın 22.07.2005 tarihinde Danimarka’da doğduğu, davalının tatil amacıyla Türkiye’ye gelmesi ve geri dönmeme kararının ise 18.05.2007 tarihinde gerçekleştiği, taraflar müşterek irade ile Türkiye’ye tatile gelmekle birlikte davalının Danimarka’ya dönmeyip, küçük M.yı alıkoyduğu, geri dönemeyince davacının da yetkili makamlara başvurduğu, çocuğun Danimarka vatandaşı olması nedeniyle, Danimarka devletinin çocuğun gelişimine katkı için üç ayda bir oyuncak ve giysi yardımı adıyla 1000 Euro para yardımı yaptığı, ayrıca ailesinin çocuğa daha iyi eğitim ve beslenme imkanı sağlayabilmesi için aylık 2.000 Euro vergi indirimi sağladığı, bu koşullar altında M.’nın bu ülkede yaşamasının menfaatine olduğu savunması ile “M’nın mutad meskeni olan Danimarka’ya iadesini” istemiştir.

Davalı H. A. K. vekili cevap dilekçesinde; şikayetçi F. K. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğundan Lahey sözleşmesinin uygulanmasının imkanı olmadığı, taraflar arasında Kuşadası 3. Asliye ( Aile ) Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan boşanma davası olup, bu davada konunun karara bağlanacağı, kaldı ki şikayetçinin davalı anne ile birlikte çocuğu Türkiye’ye getirdiği, yaşı ve anne bakımına muhtaç olması nedeniyle annesiyle birlikte bırakarak gittiği, kaçırmanın olmadığı, tarafların müşterek irade ile Mayıs 2007 ayında birlikte Türkiye’ye geldiklerinden sözleşmede yer alan ve eylemin haksız olduğunun kabulü için gereken her iki şartın da olayda gerçekleşmediği, çocuğun mutat meskeni olarak Danimarka’nın kabul edilmesi halinde, bu ülke tarafından olaydan evvel verilmiş bulunan ve bu olay nedeniyle engellenen velayete yada şahsi münasebet tesisine ilişkin herhangi bir hakkın söz konusu olmadığı, bu şartlar altında, eylemin haksız olarak gerçekleştirildiğinin kabul edilemeyeceği, çocuğun Türkiye’de annesiyle birlikte kalması konusunda babanın rıza göstererek anneyle çocuğu Türkiye de bırakıp, Danimarka’ya döndüğü, davalı anne tarafından açılan boşanma davasından haberdar olduktan sonra, böyle bir talepte bulunduğu, bu durumun babanın bu konudaki kötü niyetinin göstergesi olarak kabulü gerektiği, baba ayrıca yapmış olduğu bu talebi muhtelif e-mail ve telefon görüşmelerinde “çocukla ilgili bir talebinin olmadığını, çocuğu bu yolla Danimarka’ya aldırabilirse, annenin de akabinde Danimarka’ya geleceğini, bu yola o nedenle müracaat ettiğini” açıkça dile getirmekten çekinmediğini, halen derdest olan Kuşadası 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki 2007/472 E. sayılı boşanma davasının delilleri ve özellikle tanık beyanları incelendiğinde, iade talebinde bulunan babanın, kendi ailesinden olan kimselerin de kabul ettiği psikolojik sorunları olduğu, küçücük yavrusunu yere fırlatacak kadar gözünün döndüğü ve hareketlerini kontrol edemediği, savunmasıyla davanın reddini istemiştir.

Mahkemece “… e-mail kayıtları incelenmiş F. K.’ın H. K.’a göndermiş olduğu 11 Haziran 2007 tarihli mail ile eşi Hilal K.’ın Danimarka yasaları gereğince sağlık kuruluşları tarafından arandığını bu nedenle eşinin Türkiye’de bulunduğunu resmi makamlara açıklamak zorunda kaldığını, bunun üzerine de davalı ve küçük M.’yı Türkiye’de bırakmakla suçlanmamak için davalı ve babası hakkında resmi makamlara şikayette bulunmak zorunda kaldığını, bunu istemeden yaptığını; yine 03. Haziran 2007 tarihli mailde, davalı H. ile ayrılık konusunda konuşmaları üzerine kendisini körü körüne Türkiye’ye getirip bıraktığını, yazdığı, dosyada bulunan 2007 yılı Mayıs ayında yazıldığı anlaşılan birden fazla mailde eşini Danimarka’ya dönmek için ikna etmeye çalıştığı görülmüştür. Dinlenen davalı tanıkları tarafların Türkiye’ye birlikte geldiklerini ayrılmaya karar vermeler üzerine şikayetçi F.un da bilgisiyle H. ve küçük M.’nın Türkiye’de kaldıklarını beyan etmişlerdir. Sözleşmenin 3. maddesi uyarınca bir çocuğun yer değiştirmesi veya alıkoyulması, çocuğun yer değiştirmesinden veya alıkoyulmasından hemen önceki mutad meskeninin bulunduğu Devlet Kanunu tarafından, bir şahsa müesseseye veya başka bir kuruma ve başına veya müştereken verilen velayet hakkının ihlali şeklinde meydana geldiği taktirde ve bu hak, yer değiştirme veya alıkoyma anında tek başına veya müştereken fiili biçimde kullanılmakta veya bu olaylar meydana gelmese kullanılacak idiyse haksız olarak kabul edilmektedir. Sözleşme anlamında hukukun ihlali götürmenin veya alıkoymanın haksız olup olmadığını belirlemektedir. Bu durumda haksız olarak çocuğun yerinin değiştirilmesinden söz edilemeyeceği açıktır. Davalının velayet ve kişisel ilişki kurma hakkın ihlal ettiğinden de bahsedilemeyecektir. Ayrıca sözleşmenin 13. maddesinde yer verilen istisnalar arasında velayet hakkı sahibinin izni veya sonradan razı olması da mevcuttur ve bu durumda çocuğu götüren kişinin eyleminin niteliğinin değişebileceği de öngörülmüştür. Burada sözleşmenin taraflar arasında pazarlık aracı olarak kullanılması da önlenmek istenmiştir. İzin verildiği güçlü delillerin varlığı halinde objektif olarak davranışlardan çıkarılabilir. Bu durumda tüm dosya kapsamı dinlenen taraf tanıkları ve özellikle dosyaya sunulu yazışmalardan şikayetçi ve davalının Türkiye’ye gelmeden önce aralarında geçimsizliğin mevcut olduğu ayrılmak amacıyla Türkiye’ye geldikleri şikayetçi babanın Danimarka’ya döndükten sonra davalı ile barışma çabalarına giriştiği davalıyı Danimarka’ya dönmesi için ikna etmeye çalıştığı bu sırada herhangi bir şekilde şikayet yoluna başvurmadığı, davalıyı dönmeye ikna edemeyeceğini anlayınca onu Danimarka’ya dönmeye zorlamak amacıyla ve aynı zamanda Danimarka ‘da suçlu duruma düşmemek için bu başvuruyu yaptığı, bu durumda sözleşmenin üçüncü maddesinde yer alan haksız kaçırmanın söz konusu olmadığı, bir an haksız kaçırmanın varlığı kabul edilecek olsa bile on üçüncü maddede yer alan velayet hakkı sahibinin izin verme durumunun gerçekleştiği” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Mahkeme kararı yukarıda belirtilen nedenlerle oyçokluğu ile bozulmuş; yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararında önceki gerekçeleri tekrar yanında boşanma davasında velayet konusunda sosyal hizmet uzmanı bilirkişinin verdiği rapor, yine aynı dosyada tedbiren kişisel ilişki kurulması konusunda verilen ara kararının uygulanması sırasında Jandarma ve sosyal hizmet uzmanı tarafından tutulan 06.08.2009, 10.08.2009, 11.08.2009, 06.08.2009, 08.08.2009 ve 08.08.2009 tarihli tutanaklar dikkate alınarak; “davanın dayanağı olan Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesinin imzalanmasının amacı giriş bölümünde çocuğu uluslararası alanda kanuna aykırı bir yer değiştirmenin zararlı etkilerinden korumayı ve mutat ikametgahı devletine derhal dönüşünü teminat altına almak için usuller tespit etmek ve ziyaret hakkının korunmasını sağlamayı arzu etmek olarak özetlenmiştir. Mutat mesken kavramını sözleşmede ayrıca tanımlanmamış olmasının nedeni bu kavramın fiili bir durum olarak kalmasına ilişkin niyeti ortaya koymak ve bu kavramın sadece gerçek anlamında anlaşılması olduğu, bu kavramın sosyal ve kültürel farklılıkları olan devletlerde ve çeşitli hukuk sistemlerinde somut davanın özellikleri ışığında esnek olması ve mahkemelerin çocuğun mutad meskenini teknik ve standart yorumlardan bağımsız olarak değerlendirebilmeleri olduğu doktrinde benimsenmektedir. Yine Sözleşmenin 4. maddesi anlamında mutad meskenin belirlenmesinde sadece çocuk esas alınacak ve onun kaçırıldığı veya alıkoyulduğu iddia olunan tarihten hemen önceki günlerde sosyal çevresini nerede kurduğuna ve sosyal hayatına nerede devam ettiğine bakılacak, iade davasına konu teşkil eden çocuk küçük yaşta ise ve bu sebeple annesine bağımlı yaşamakta ise kaçırılma veya alıkoyulma tarihinden hemen önceki tarihte annenin mutad meskeni ile çocuğun mutad meskeni aynı yer olacaktır. Annenin de Türkiye’den Danimarka’ya bu evlilik nedeniyle gittiği bu ülkenin dilini tam olarak bilmediği dosyaya sunduğu samimi beyanlarından bu ülkede mutad mesken kabul edilmesini gerektirecek bir sosyal çevre oluşturmak bir yana yeni evlendiği eşiyle bile tam ve sağlıklı bir diyalog kuramadığı dolayısıyla annenin mutad meskeninin de Danimarka olarak kabul edilmesinin mümkün olamayacağı açıktır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde özellikle babanın da Danimarka vatandaşı olmakla birlikte aslen Türk olması çocuğun doğduğu ve yaşadığı evde dahi sadece Türkçenin kullanılması küçüğün kaçırıldığı iddia edilen tarihte henüz 2,5 yaşında olması mutad mesken kavramı belirlenirken sosyal çevresi kabul edilebilecek kişilerin annesi ve babasının olduğu özellikle yaşı gereği annesine bağımlı yaşadığı düşünüldüğünde küçüğün mutad meskeninin Danimarka olduğunun kabulü de mümkün değildir sırf bu nedenle dahi iade talebinin reddi gerekmektedir. Bir an için küçüğün mutad meskeninin Danimarka olduğu kabul edilse bile bozma öncesinde dosyada dinlenen tanıklar ve dosyaya sunulan ve baba tarafından da inkar edilmeyen yazışmalardan tarafların Türkiye’ye gelmelerinden önce de aralarında geçimsizlik olduğu ayrılmak amacıyla Türkiye’ye geldikleri şikayetçi babanın Danimarka’ya döndükten sonra davalı anne ile barışma çabalarına girdiği davalıyı Danimarka’ya dönmesi için ikna etmeye çalıştığı bu arada da küçüğün kaçırılması ile ilgili herhangi bir şikayet yoluna başvurmadığı, ancak davalıyı ikna edemeyeceğini anladığında onu dönmeye zorlayabilmek amacıyla ve aynı zamanda e-mail de belirttiği gibi Danimarka’da suçlanmaktan kurtulabilmek için bu başvuruyu yaptığı gerçek amacının küçüğün mutad meskenine iadesi değil yıkılmak üzere olan evliliğini kurtarmak amacıyla çocuğu kullanarak anneyi dönmeye zorlamak olduğu dolayısıyla sözleşmenin üçüncü maddesinde yer alan haksız kaçırma olgusunun gerçekleşmediği, bir an için haksız kaçırmanın varlığı kabul edilse bile onüçüncü maddede yer alan velayet hakkı sahibinin izninin söz konusu olduğu kanaatine varılarak küçük M. K.’ın mutad meskeni sayılamayacak olan ve haksız olarak kaçırılmadığı…” gerekçesine yer verilmiştir.

Direnme kararını Davacı vekili temyize getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Danimarka’da doğan ve halen Türkiye’de anne H. A. K. yanında olan müşterek çocuk M. K.’ın Danimarka’da ikamet eden baba F.K.’a Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi uyarınca iadesi koşullarının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına girişilmeden önce, direnme kararının, gerçekte bozmadan esinlenmek ve bozma doğrultusunda değerlendirme yapılmak suretiyle oluşturulmuş yeni bir hüküm niteliğinde olup, olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulu’nca mı, yoksa Yüksek Özel Dairece mi yapılacağı hususu ön sorun olarak değerlendirilmiştir.

Çoğunlukça, kararın gerekçesinin yasal sınırlarda genişletildiği, direnme kararında önceki kararla bağlantılı bazı olguların da açıklanmasının, somut olay özelliği itibariyle direnme kararının yeni hüküm olarak kabulünü gerektirmeyeceği; bu durumun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/3. maddesi anlamında gerekçenin genişletilmesi niteliğinde bulunduğu oyçokluğu ile benimsenmiş, ön sorun bu şekilde aşıldıktan sonra, işin esası incelenmiştir. İşin esasına yönelik olarak yapılan incelemeye gelince;

Öncelikle belirtilmelidir ki, Türkiye adına 21 Ocak 1998 tarihinde imzalanan “Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi”nin onaylanması, 3 Kasım 1999 tarih ve 4461 sayılı Kanunla uygun bulunmuş ve 29 Aralık 1999 tarih ve 99/13909 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanarak 15 Şubat 2000 tarih ve 23965 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 26’ncı maddesinin 3’üncü paragrafına çekince koyduğumuz sözleşme, 1 Ağustos 2000 tarihinde Türkiye yönünden yürürlüğe girmiştir.

Söz konusu sözleşmenin uygulanmasını sağlamaya yönelik usul ve esasları düzenleyen 5717 sayılı “Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön ve Kapsamına Dair Kanun” 22.11.2007 tarihinde kabul edilerek 04/12/2007 tarih ve 26720 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin 1 inci maddesinde sözleşmenin amacı taraf devletlere gayri kanuni yollardan götürülen veya alıkonan çocukların derhal geri dönmelerini sağlamak ve taraf bir devletteki koruma ve ziyaret haklarına, diğer taraf devletlerde etkili biçimde riayet ettirmek olarak belirlenmiştir.

Aynı Sözleşmenin 3’üncü maddesinde ise hangi hallerde bir çocuğun yer değiştirmesi veya geri dönmemesinin haksız olarak nitelendirileceği belirlenmiştir. Buna göre: Sözleşmenin uygulanmasında, bir çocuğun yerinin değiştirilmesinin veya alıkonulmasının haksız olarak nitelendirilebilmesi için: Çocuğun yerinin değiştirilmesi veya alıkonulması, bu fiillerin gerçekleşmesinden hemen önce mutat meskeninin bulunduğu devletin hukuku uyarınca, bir kişiye veya bir kuruma tek başına veya birlikte kullanılmak üzere tevdi edilmiş bulunan velayet hakkının ihlal edilmesi suretiyle meydana gelmiş olması ve ihlal edilmiş bulunan velayet hakkının yer değiştirme veya alıkoyma vakıasının gerçekleştiği sırada fiilen kullanılmakta veya bu vakıa gerçekleşmemiş olsaydı, kullanılacak olması şartları aranmıştır.

Sözleşmenin 12’nci maddesinin 1’inci fıkrası iadeye ilişkin başvurunun çocuğun kaçırılmasından itibaren bir yıl içinde yetkili makamlara ulaşması halini; 2’nci fıkrası ise başvurunun bu sürenin geçmesinden sonra ulaşması halini düzenlemektedir.

Buna göre, başvuru çocuğun kaçırılmasından itibaren bir yıl içinde yetkili makamlara ulaşmış ise, Sözleşmenin 13 ve 20’nci maddelerinde belirlenmiş iadeden kaçınma nedenlerinden biri bulunmadığı takdirde, kural olarak çocuğun iade edilmesi yönünde karar verilmesi öngörülmüştür (m. 12/f.1). Buna karşın başvurunun çocuğun kaçırılmasından bir yıl geçtikten sonra yetkili makamlara ulaşması durumunda, geniş takdir hakkına sahip bulunan mahkemenin, 13 ve 20’nci maddelerde yazılı iadeden kaçınma nedenleri yanında, çocuğun yeni çevresi ile uyum sağlamış olup olmadığını da gözetip buna göre bir karar vermesi gerekecektir (m. 12/f.2).

12’nci madde emredici nitelikte bir düzenleme getirmiş ise de sözleşmenin 13 ve 20’nci maddelerinde 12’nci maddenin istisnaları belirlenmiştir. 13’üncü madde de çocuğun şahsının bakımını üstlenmiş bulunan kişi, kurum veya örgüt, yer değiştirme veya alıkoyma döneminde koruma hakkını etkili şekilde yerine getirmediğini veya yer değiştirmeye veya alıkoymaya muvafakat etmiş olduğunu veya daha sonra kabul etmiş olduğunu veya geri dönmesinin çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde, müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk olduğunu tespit ederse, çocuğun geri dönmesini emretmek zorunda olmadığı belirtilirken 20’nci maddesinde de; Çocuğun, 12’nci madde hükümleri uyarınca geri dönmesi, talepte bulunulan devletin insan haklarının korunması ve temel hürriyetlerine ilişkin ilkeleri, izin vermiyor ise, reddedilebilir istisnası getirilmiştir (m. 13/son). Mahkemenin bu maddede yer alan şartların değerlendirmesinde, adli veya idari makamların, çocuğun sosyal durumuna ilişkin bilgileri, merkezi makam veya çocuğun mutat ikametgahı devletinin diğer herhangi bir yetkili makamı tarafından sağlanan bilgileri göz önünde bulundurması gerekli olduğu da yine aynı maddenin son fıkrasında düzenlenmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere sözleşme, çocuğun velayet hakkı ihlal edilerek bir ülkeden diğer bir ülkeye götürülmesi veya alıkonulmasının zararlı etkilerinden uluslararası alanda korunması amacına yönelik olduğundan, çocuğun derhal mutat meskeninin bulunduğu ülkeye geri dönmesini ve şahsi ilişki kurma hakkına riayet edilmesini sağlamak üzere hazırlanmıştır.

Mahkemenin, çocuğun iadesi başvurusu hakkında bir karar verebilmesi için öncelikle çocuğun yerinin değiştirilmesinin veya alıkonulmasının haksız olup olmadığını tespit etmesi gereklidir. Mahkeme böyle bir tespiti yaparken, çocuğun mutat meskeni hukukunu veya çocuğun mutat meskeninin yetkili makamlarınca verilmiş olan kararları dikkate alabilir.

Bu suretle, çocuğun haksız olarak yerinin değiştirilmiş olduğu veya alıkonulduğu tespit edilirse, sözleşmenin 12’nci maddesinin 1 ve 2’nci fıkraları ile 13 ve 20’nci madde hükümleri göz önünde tutularak iadesine karar verilip verilmeyeceği değerlendirilmelidir.

Somut olay geçilmeden önce şunu da belirtmekte fayda vardır; Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında direnme kararının bozulması yönünde oy kullanan üyeler Sözleşmenin 12’nci maddesine göre geciktirilmeden derhal iade kararının verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmişler ancak çoğunluk tarafından bu görüş kabul görmemiştir. Somut olaya gelindiğinde;

Dosyada bulunan nüfus kayıt örneği ve evrak kapsamından Davacı F. K. ve davalı H.A. K.’ın, 08.08.2003 tarihinde evlendikleri, çocukları M. K.’ın 22.07.2005 tarihinde İsveç’te doğduğu; ayrıca mutat meskenlerinin Danimarka olduğu anlaşılmaktadır.

Davacı F. K. ve davalı H. A. K. müşterek çocukları M.ile birlikte tatilini geçirmek üzere 18.05.2007 tarihinde Türkiye’ye gelmişler, annenin eşi ile irtibatını keserek çocuk ile birlikte Türkiye’de kalmak ve eşinden boşanmak istediğini belirtmesi üzerine davacı baba 01.06.2007 tarihinde Danimarka ülkesine dönmüştür.

01.06.2007 tarihinde H. A. K. tarafından F. K. aleyhine şiddetli geçimsizlik iddiası ile boşanma davası açılmış, bu arada davacı F. K. ile davalı arasında ilk kararın gerekçesine de yansıyan elektronik postalar aracılığı ile iletişimler gerçekleşmiş, eşini geri dönmeye ikna edemeyince, Danimarka Kanunlarına göre suçlu duruma düşmemek için 13.06.2007 tarihinde davacı Faruk K. Danimarka Merkez Makamına başvurarak müşterek çocuğun mutat meskene iadesini talep etmiştir.

Boşanma davası sonunda davalı F. K. tam kusurlu bulunarak boşanmaya karar verilmiş; müşterek çocuğun velayeti davacı anneye bırakılmıştır.

Boşanma davasında çocuğun velayetinin kime verileceği konusunda sosyal hizmet uzmanı bilirkişiden rapor alınmıştır. Bilirkişi 25.12.2009 günlü raporunda: “çocuğun yaşı ve gelişimsel ihtiyaçları göz önüne alındığında velayetinin davacı annesi H.A. K.’a verilmesinin uygun olacağı,…annenin çocuk yetiştirme konusunda bilgi ve bilinç düzeyinin yüksek olduğu, müşterek çocuğun velayetinin babasına verilmesi durumunda yurt dışında ikamet edeceği için anne sevgi ve şefkatinden yoksun kalacağı, bu durumun çocuğun ruhsal gelişimini bozabileceği,…annenin çocuğun yetiştirilmesi konusunda ailesinin desteği ile sosyal-ekonomik koşullara sahip olduğu” belirtilmiştir. Boşanma davasında baba ile çocuk arasında şahsi ilişki kurulmasına dair ara kararı tesisi üzerine bu kararların infazı sırasında baba F. K. ile görüşme sırasında bulunan dava dışı görevli kişiler arasında bir takım olaylar meydana gelmiş bu olaylara dair zabıta tarafından tutanaklar tutulmuştur. Mahkemenin direnme gerekçesine yansıysan söz konusu 06.08.2009 tarihli görüşme tutanağında :”…küçüğün babasını gördüğünde ağlamaya başladığı ve dedesinin bacağına sarıldığı, ancak dedesi araca binince dedesiyle birlikte binmeyi kabul ettiği, bu görüşmede iade talep eden F. K.’ın küçüğe ‘kızım seni dövüyorlar mı, sana tecavüz ediyorlar mı’ şeklinde doğrudan sorular yönelttiği, hazır bulunan sosyal hizmet görevlisi ve erler tarafından uyarıldığında dedesi E. A.’ın tecavüz edebileceğini, böyle bir davranışta bulunabileceğini beyan edip ‘bunu sormak zorundayım’ dediği şeklinde tutanak tutulmuştur.

11.08.2009 gününde yapılan şahsi görüşme tutanağında: “F. K.’ın, M. K.’a ait küçük bisiklete binmesi üzerine bisikleti bozacağını söylediğimizde” benden çaldıkları paralarla bir daha alsınlar önemli değil’ diyerek bizi tersledi, telefonla konuştuğu kişiye kızının önünde bazı küfürler ederek konuştuğu görüldü, uyarıldı, Faruk K.’ın görevli rehber öğretmen M.M.’nın üzerine yürüyerek bağırdığı ve ‘sen iki buçuk saattir karıma da sulanıyorsun benim çocukla aramda bir saatimi çalıyorsun bu işten anlamıyorsun taraf tutuyorsun seni istemiyorum’ dediği, sonrasında özür dilediği ve devam edildiği” yazılmıştır.

08.08.2009 tarihinde ise: “konuta gelindiğinde M K. ilk etapta babası ile görüşmek istemedi ve evden çıkmadı, uzmanın iknası sonrasında babasının kiraladığı araç yerine Jandarma aracına binildi. Bir süre sonra istirahat için oturulduğunda F. K.’ın E. A.a ‘kızıma tecavüz ettin’ dediği duyuldu ve görüldü. İlgili uyarıldı. Bunun üzerine F. K. ‘onlar benim 30 milyar paramı yedi, önce paramı ödesinler’ dedi” şeklinde tutanak tutulmuştur.

Kişisel görüşmeler sırasında görevli bulunan sosyal hizmet uzmanının zabıtaya verdiği genel değerlendirme tutanağında: “…Baba ile birlikte bulunduğum zaman içinde çabuk sinirlenen bir kişilik yapısında olduğunu, asabi, agresif tutumları, davranışları, küfürlü, hakaret içeren sözleri küçük M.’nın yanında sergilemekten ikazlarıma rağmen kendini alıkoyamadığını, kızı M.’yı baskı altına almaya çalışarak sevdiği değer verdiği kişilere karşı olumsuz yünde yönlendirmeye çalıştığını, şahsi ilişki kurduğu kızının güven duygusunu zedeleyebilecek, gelecek kaygısına yol açabilecek ifadeler kullandığını, gözlemlediğini…” beyan etmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere, sözleşmenin 12’nci maddesi iade konusunda emredici nitelikte ise de davacı babanın tutanaklara yansıyan iletişim yapısı göz önüne alındığında 12’nci maddenin istisnası olan 13’üncü maddenin dikkate alınması zorunludur.

Sözleşmenin 13. maddesinin (b) fıkrasında göre talepte bulunulan devletin adli veya idari makamı, geri dönmeye itiraz eden kişi, kurum veya örgüt çocuğun geri dönmesinin çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde, müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk olduğunu tespit ederse, çocuğun geri dönmesini emretmek zorunda olmadığı düzenlenmiştir.

Direnme kararında dayanılan ve yukarıda teferruatlı bir şekilde yansıtılan tutanaklar, bilirkişi raporu dikkate alındığında sözleşmenin 13’üncü maddesinin (b) fıkrasında belirtilen istisnanın gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi, bu belirleme yapılırken de sözleşmenin 13’üncü maddesinin son fıkrası gereğince adli veya idari makamların, çocuğun sosyal durumuna ilişkin bilgileri, merkezi makam veya çocuğun mutat ikametgahı devletinin diğer herhangi bir yetkili makamı tarafından sağlanan bilgileri göz önünde bulundurması gereklidir.

Şahsi görüşme sırasında tutulan tutanaklar ve babanın küçük M. önünde etrafı ile diyalogları, dava dışı E A.’a (H. A. K.’ın babası) yönelik ifadeleri, küçük M.’nın iadesine karar verilmesi halinde yetişme çağında ihtiyacı olan anne sevgi ve şefkatinden mahrum kalacak olmasının çocuğun fiziki ve psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı, dava tarihinde iki yaşında bulunan çocuğun yaşı nedeniyle annelerinden ayrılmasının, Sözleşmenin 13/b maddesi anlamında ruhsal risk oluşturduğu, dosya kapsamına göre babanın çocuğa karşı duyarsız davranışlarının, 2 yaşında bulunan çocuğun ruhsal gelişimi açısından tehlike oluşturacağı, babanın tutanaklara yansıyan iletişim yapısı dikkate alındığında müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir riskin olduğu açıktır. Bu durumda iadeden kaçınmayı gerektirecek vahim bir durumun varlığının kabul edilmesi gereklidir.

Hal böyle olunca, mahkemece verilen “iade kararı verilmesi talebinin reddine” ilişkin direnme kararı sonucu itibariyle doğrudur. Sonucu itibariyle doğru bulunan direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle onanması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacı F.K. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, ikinci görüşme günü olan 22.12.2010 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

Velayet-Lahey Sözleşmesi-Çocuk Kaçırma-Çocuğun iadesi

Velayet-Lahey Sözleşmesi-Çocuk Kaçırma-Çocuğun iadesi

T.C.
YARGITAY
2.Hukuk Dairesi

Esas No: 2006/17797 – Karar No : 2006/14657
Tarih:31.10.2006
ÖZET:

Anneleri tarafından 24.11.2004 tarihinde Avustralya’dan kaçırılarak Türkiye’ye getirilen müşterek çocukların mutat meskenlerine iade edilmesi istenmiştir mahkemece bu talep reddedilmiştir.Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Vechelerine Dair Lahey Sözleşmesi madde 12 kapsamında 10.11.2005 tarihinde süresinde başvuru yapılmıştır. Sözleşmeye göre çocukların küçük, ana bakım şefkatine muhtaç olmaları iadeden kaçınma sebebi olarak kabul edilemez. Bu açıklama karşısında davanın kabulü gerekirken sözleşmenin yorumunda yanılgıya düşülerek yazılı şekilde isteğin reddedilmesi doğru görülmemiştir.

DAVA:

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR:

Aracı makam (Cumhuriyet Savcılığı) anneleri tarafından 24.11.2004 tarihinde Avusturalya’dan kaçırılarak Türkiye’ye getirilen müşterek çocuk 11.10.2003 doğumlu Berat İzzet ile 13.9.1999 doğumlu Abdülkerim’in mutat meskenlerine iadesine karar verilmesini istemiştir.

Toplanan delillerden; çocukların anneleri tarafından 24.11.2004’de Avustralya’dan Türkiye’ye getirildiği, babanın 10.11.2005’de çocukların iadesi için Avustralya makamlarına başvurduğu anlaşılmaktadır.

Mahkemece müşterek çocukların anne yanında mutlu olduklarını Türk örf ve adetleri, içinde yetişeceklerini dikkate alarak isteğin reddine karar vermiştir.

Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Vechelerine Dair Lahey Sözleşmesi 1.8.2000 tarihinde Türkiye tarafından kabul edilmiştir. Amacı; çocukları uluslararası alanda, kanuna aykırı bir yer değiştirmenin zararlı etkilerinden korumak ve çocuğu mutat ikametgahı (yerleşim yeri) devletine derhal dönüşünü temin etmektir (Söz.Madde 1). Verilecek kararın sonuç olarak tedbir niteliğini taşıması sebebiyle de akit devletlerinin en seri usulü uygulayıp bütün önlemleri de almakla yükümlü kılınmıştır (Söz. Madde 2). Sözleşmenin 12. maddesi; kanuna aykırı olarak yeri değiştirilmiş olan çocukların alıkonmadan itibaren bir yıl geçmeden iade başvurusunun yapılması halinde, adli makamların derhal geri dönmeyi emretmek zorunda olduğunu hükme bağlamıştır. Çocuklar anneleri tarafından 24.11.2004’de Türkiye’ye getirilmiş bir yıl dolmadan 10.11.2005’de başvuruda bulunulmuştur. Geri dönmenin çocukların fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz kalacakları, ciddi bir riskin oluşacağı da kanıtlanmamıştır. Sözleşmenin 13. maddesinin son derece dar yorumlanması bunun vahim hallere inhisar ettiğinin kabulü gerekir. Çocukların küçük, ana bakım şefkatine muhtaç olmaları iadeden kaçınma sebebi olarak kabul edilemez. Bu açıklama karşısında davanın kabulü gerekirken sözleşmenin yorumunda yanılgıya düşülerek yazılı şekilde isteğin reddedilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ:

Temyiz edilen hükmün gösterilen sebeple BOZULMASINA, 31.10.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Offshore Bankacılık

OFFSHORE BANKACILIK

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ

E. 2011/12491 – K. 2012/17706
T. 8.11.2012

DAVA : Taraflar arasında görülen davada İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 04/04/2011 tarih ve 2009/792-2011/174 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 06/11/2012 günü hazır bulunan davacılar vekili Av. Mukaddes Günsu Akçagöz ile davalı vekili Av. …….. dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi Ahmet Susoy tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili müvekkillerinin müşterek hesabına Egebank İzmit Şubesi’ne 07/12/1999 tarihinde 290.000 DEM karşılığı 145.000 EURO yatırdığını, müvekkiline 08/12/1999 tarihinde Egebank Offshore Ltd. hesap cüzdanı verildiğini, ancak müvekkiline herhangi bir faiz ve anapara ödemesi yapılmadığı gibi defalarca bankaya yaptığı müracaatın sonuçsuz kaldığını ve bankaya yatırdığı paranın da geri ödenmediğini, davalı Banka’nın taraflar arasındaki vekalet ilişkisindeki sadakat ve özen borcunu yerine getirmediğini, müvekkilinin bankaca yönlendirilirken tedbirli ve basiretli bir şekilde hareket edilmeyip mesleğin kurallarına uygun olmayan davranışlarda bulunarak esasen hiçbir güvencesi olmayan Egebank A.Ş. grubuna dahil Egebank OffshroeLtd.hesaplarına paranın yatırılması ile özen borcuna da aykırı davranıldığını, bu nedenle bankanın işin yapılmasında gerekli özeni göstermeyerek müvekkilinin zarara uğramasına sebebiyet verdiğinden bu zararı tazminle yükümlü olduğunu, dava konusu olayda paranın teslim edildiği vekilin bir banka olduğunu ve para işlemleri konusunda bilirkişilik yapabilecek nitelikte uzman ve yetkin bir kuruluş olduğunu, bu sebeple de davalı Banka nedeniyle müvekkilinin uğradığı zarardan Egebank A.Ş.’nin sorumlu olup zararı tazminle yükümlü olduğunu, davalı Egebank A.Ş.nin müvekkilinin kendisine teslim ettiği parayı yurt dışında mukim bir başka finans kurumuna yatırmak suretiyle sorumluluktan kurtulamayacağını, Egebank OffshoreLtd.’nin hayali bir banka olduğunu, davalı Banka’nın bilerek ve kasıtlı olarak paranın offshore hesaplarında değerlendirilmesi işleminin müvekkilini bağlamayacağının açık olduğunu, bu hususlar ışığında davalı Banka’nın BK’nun392.maddesi gereğince hesap verme borcunun yanı sıra müvekkilinden aldığı parayı geri verme yükümlülüğünün olduğunu, müvekkilinin parasının davalı Banka’nın yedinde bulunduğunu beyanla, fazlaya dair talep ve hakları saklı kalmak kaydıyla 145.000 EURO’nun 08/12/1999 tarihinden itibaren kamu bankalarının bir yıl vadeli döviz mevduatına uyguladıkları en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının müvekkili bankadan tahsilini talep ettiği alacağın davacının imzaladığı havale talimatı ile Egebank OffshoreLtd.’e havale edildiğini ve müvekkili banka nezdindeki hesaptan çıkarak Egebank Offshore Ltd. nezdinde bir alacak haline geldiğini, Egebank Offshore Ltd. tarafından kendisine hesap cüzdanının verildiğini, davacının bu cüzdanı kabul etmekle parasının Egebank OffshroeLtd.’e olduğunu kabul ettiğini, Offshore banka tarafından gönderilen hesap cüzdanına itiraz edilmesinin paranın offshore bankaya gönderilmesi uygulamasını benimsediğini, müvekkili banka ile Egebank Ltd.nin tamamen farklı tüzel kişiliklere sahip kuruluşlar olduğunu, bu nedenle husumet yönünden davanın reddinin gerektiğini, davacıya ait paranın iddia edildiği üzere kendilerinden habersiz olarak değil davacının imzaladığı havale talimatına istinaden off-shore hesabına havale edildiğini, müvekkili bankanın Egebank limited nezdindeki mevduatları için herhangi bir garantisi bulunmadığını, dava konusu offshore işlemlerinin müvekkili bankaca davacıya vekaleten yaptığı işlemler değil, davacının bizzat gerçekleştirdiği talimat verdiği işlemler olduğunu, bu sebeple müvekkili bankanın vekalet ilişkisinden doğan bir sorumluluğu ya da yükümlülüğü olduğundan söz edilemeyeceğini, davacının fazlaya ilişkin faiz talebinin fahiş ve haksız olduğunu, ortada daha fazla faiz getirisi elde etmek için davacının yaptığı bir seçim, bu seçimi doğrultusunda davacının imzaladığı havale ve hesap açma talimatı ile müvekkili bankanın da davacının bu talimatı doğrultusunda yaptığı bir havale işleminin mevcut olduğunu, davacının şimdi bu fazla faiz getirili ancak devlet güvencesinde olmayan bu yatırımları sebebiyle ulaşamadığı alacağını gerçeğe aykırı ve mesnetsiz iddialarla müvekkili bankadan tahsil etmeye çalıştıklarını, davanın zaman aşımı husumet ve esasa ilişkin diğer sebeplerle reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, davalı vekilinin zamanaşımı def’i ve kesin hüküm itirazı reddedilmiş, davacının davalı Banka’nın İzmit Şubesi’ne 07/12/1999 tarihinde 300.000 DEM yatırdığı, davacının, mevduat alacağının davalı Banka tarafından Yahya Demirel grubuna ait şirketlere usulsüz kredi olarak verilmek suretiyle tüketildiği, alacağını Egebank Offshore Ltd. adlı bankadan tahsil edemediği, taraflar arasında ihtilaf konusu olan olayın hukuki tanımının havale görünümlü mevduat toplamak olarak değerlendirilmesi gerektiği, Egebank A.Ş. yönetiminin Egebank Offshore Ltd. adlı bankanın paravan bir banka olduğunu bildiği, buna rağmen bu banka adına mevduat toplamak suretiyle davacının zararına sebep olduğu, İstanbul 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2002/205 sayılı dosyasına sunulu bulunan İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’nın 23/02/2000 tarih 2000/1330 hazırlık nosuyla düzenlenen iddianamede Egebank Ltd.’nin yapısının tartışıldığı, yurt dışında kurulmuş Offshore bir banka olarak gösterilmesine rağmen, KKTC’de sadece adının yer aldığı, yurt dışında bir faaliyetin olmadığı, bütün işlemlerin Egebank şubelerinde açılan hesaplardan yürütüldüğü, bu Offshore hesaplarında mevduat toplanmasında davalı Banka’nın temsilcisi statüsünde bulunanların büyük çalışması olduğu, Ege bank adı kullanılarak tasarruf sahiplerinin yoğun ilgilerinin toplandığı, bu kişilere paralarının daha yüksek faiz getireceği ve Egebank A.Ş.’nin garantisi altında olduğu bankanın tüm riski üstleneceği yolunda beyanlarda bulunularak hesapların Offshore Bank’a yönlendirilmesinin sağlandığının bildirildiği, müşteri ile banka arasında BK.’nun390.maddesi uyarınca, vekalet sözleşmesi bulunduğu, bu sözleşme gereğince vekilin görevini özenle yapmak ve müvekkilinin menfaatlerini korumakla görevli bulunduğu, banka ile offshore arasında organik bağ olduğu, bu bağın mudiler aleyhine örgütlü, planlı ve kasıtlı olarak kötüye kullandığı, mudilerin bu şekilde zarara uğratıldığı gerekçeleriyle davacıların talepleri doğrultusunda 290.000 DM karşılığı 145.000 EURO mevduatın bankaya yatma tarihi olan 08/12/1999 tarihinden itibaren kamu bankalarınca bir yıl vadeli EURO mevduata uygulanan en yüksek oranda döviz faizi işletilerek borcu üstlenen TMSF’dan alınarak davacılara ödenmesine karar verilmiştir.

Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ile taraflar arasında akdi ilişki olmadığından BK’nun125.maddesine dayalı olarak zamanaşımı def’inin reddine karar verilmesi yerinde değilse de davalının sorumluluğunun BK’nun 41, 55 ve TTK’nun336.maddelerinden kaynaklanması ve davacının zararını offshore bankasından tahsil etme olanağının kalmadığının anlaşıldığı andan itibaren zamanaşımı süresinin başlaması nedeniyle davalı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, takdir olunan 900,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine, 08/11/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.